19 Nisan 2012 Perşembe

Lucianno & Tito

İtalyan yazar Lucianno düşünce suçlusuydu. 4m2 lik bir hücreye mahkum oldu hem de tam 17 sene için ! O kahrolası hücreye yerleştiği birinci gün her şey normaldi. 

Aradan birkaç hafta geçti. Lucianno düşünmeye başladı; "burada 17 sene nasıl geçer."

Aradan aylar geçti. Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu zavallı hücresinde. Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyandı Lucianno. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp "acaba" dedi. "Acaba bu karıncayı yetiştirip kendime bir dost yapabilir miyim?". Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve bunu denemeye değerdi. Karıncayı yanı başında duran küçük sehpaya koydu. Karınca karıncalığını yapıp kaçmaya çalıştıysa da Luci bırakmadı onu. Etrafını çevirerek karıncanın kaçmasına engel oldu. Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı. Başarabilirse yalnızlığı sona erecekti. Karınca ile tam 3 sene uğraştı. Karşılıksız da olsa konuştu ve dertlerini anlattı ona. Bir de isim taktı karıncaya: Tito.

Bir sabah Tito'sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno.

Bu duyabileceği en muhteşem sesti. Büyük bir heyecanla yatağından dışarıya fırlayıp bağırmaya başladı: "Konuştun! Tito sen konuştun. Nihayet konuştun Günaydın günaydın binlerce günaydın dostum!"

Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Tito'nun varlığı yazarın en büyük sırrıydı. Kimse duymamalıydı. Gardiyan duymamalı, bu rüya bitmemeliydi. Bu büyük dostluk tam 17 sene sürdü. Hiç kimse bilmedi Tito'yu. Lucianno Tito'ya tüm bildiklerini öğretti. Konuşmayı okumayı yazmayı dans etmeyi şarkı söylemeyi fikir üretmeyi, bildiği herşeyi öğretti. Kah ağladılar kah güldüler.

Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı soğuk yüzlü gardiyan kapıyı araladı. Hazırlan yarın çıkıyorsun dedi. Gardiyan gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya döndü "Bitti Tito. Bitti büyük dostum. Yarın çıkıyoruz, özgürüz." dedi. Tito da ağladı. Yazar Tito'ya sordu: "Söyle dostum yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım?" Tito: "gidelim bir bara ve hayvan gibi içelim." Dedi. Gülüştüler. Sabaha kadar uyumadılar. Hayal kurup bu fare kapanından farksız lavabolu dikdörtgenin ilk defa tadını çıkarttılar. Bir anda sanki hücre genişlemiş gibiydi.

Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı. Kapıdan çıkarken son kez geri döndü ve ranzasına baktı İtalyan yazar. Sadece şu iki kelimeydi ağzından dökülen: "Vay bee."


Dışarı çıktılar. Tito Lucianno'nun omuzundaydı. Sabahın körüydü ve mevsim kıştı. Kar lapa lapa yağıyordu. Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve "özgürlük" diye bağırdı. Tito da bağırdı. Yağan kar umurlarında değildi. Yürüdüler, kara inat yürüdüler. Özgürlük sıcaklığına kar mı dayanır kış mı? .

Nihayet bir barın önüne geldiler. Tito sordu: "şimdi biz buraya girebilecek miyiz?" avazı çıktığı kadar "biz artık özgürüz" diye bağırdı Lucianno. İçeri girdiler. İçeride sızmış kalmış üç beş adamla kasanın başında uyuklayan barmenden başka kimse yoktu. Bir masaya oturdular.

Bir ara Lucianno'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti. Hapisten çıkarken yaptığı gibi yeniden mırıldandı "vay bee". Saçları bembeyaz olmuştu yüzü buruş buruştu. Yaşlanmıştı Lucianno. Tebessümüne aradan sızan birkaç damla gözyaşı karıştı. "barmen bize iki bira getir" diyebildi titrek bir sesle. Barmen yerinden fırlayıp biraları getirdi. Bir adamın iki bira istemesinin sebebini bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu. Bilmek de istemiyordu zaten. Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına geri döndü.

Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı. İçtiler. İçtikçe keyiflendiler. Bir ara Tito bardaktan fırlayıp masanın üzerinde dans etmeye başladı. Lucianno büyük bir gururla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi. Bir an durdu ve "Ne günlerdi be Tito" dedi. Dertleştiler ve biraz sonra Tito yine dans etmeye başladı.

Tito dans ediyor, Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam manzarayı izliyordu. Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı. İyi bir şey yapmanın belki de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak. Ama Lucianno bu keyfi 17 sene hiç yaşamadı.

Özgürlüğünün bu birinci gününde yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve onur verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı.

Etrafına baktı.

Barmenden başka kimse yoktu. "Barmen, barmen!" diye seslendi. 

Barmen yarı uykulu Lucianno'nun masasına geldi. Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek büyük bir heyecanla "Barmen şuna bir baksana şuna bir bak." dedi. 

Barmen sessizce parmağını Tito'nun üzerine götürdü.

"Çok affedersiniz beyefendi" diyerek karıncayı ezdi.



"Ve maalesef bazen senin 17 yıllık dostun başkaları için sadece bir karınca olabiliyor.."

6 Nisan 2012 Cuma

Birine özel

Ölüm.. Değer verdiğin kişinin gözyaşlarınıza tabutun içinden yanıt vermesidir, hayatın her anında hazırlanamayacağın tek şeydir belki de, keşke diye düşünmendir: "Keşke o son fotoğrafa katılsaydım."

Ölüm haberini alınca 20-25 kişi koştuk metrolara, nereye gittiğimizin pek bir önemi yoktu. "O"nun yanında olmalıydık. Duraklar geçmek bilmedi o gün. Ağır ağır ilerledi demir yığını, istese saatte bilmem kaç Km yapabiliyorken. Gerisi ise biraz özel, pek anlatmak istemiyorum, "o" ise daha iyi şimdi, en azından öyle görünüyor.. (hiç belli etmezdi zaten)

Bu yazıyı okuyorsan da yanında olduğumuzu bil isterim dostum. Ne zaman istersen..

"Helvanın tadı daha bir acı gelir o gün, yenen yemek tatsızdır. Pilavda değil, hayat çorbasında bir tuz eksiktir.."

3 Nisan 2012 Salı

Merhaba!

Evet okuyucu ben dostum.. :)

Blog dünyasına hoş mu geldim, biraz heves için mi oldu bilmiyorum, ileride buna karar veririm sanırım. Beni çok çok yüksek ihtimalle tanımıyorsunuz, o zaman bir sonraki paragrafta kendimden bahsedeyim ben.. (hadi ya?)

Forumlarda kurucuların ilk mesajlarını merak ederdim hep, belki ileride biri de benim ilk mesajımı merak eder, buyursun o zaman;Yaşım önemsiz diyebilirim, zaten önemli olduğu alanlarda insanları şaşırtmayı başardım..

Müzik zevkim fena değildir hani, programcılıkla aram var. İngilizce konusunda iyiyim ki, programcılıktan sonra yaptığım en yararlı yatırım..

Blog'un açılış tarihi ile ilk yazı arasında uzunca bir ara varsa bunun sebebi yanıp sönen imleci sağa doğru götürecek tuşlara basamamamdır. İlk yazı heyecanı desek? :)

Yazılarım genelde uzun oluyor. İnsanımızın en büyük sorunu da sabırsızlık olduğuna göre bu yazının olduğu pencerenin erken kapanmasını istemem.. 


Tekrardan merhabalar, gelecek yazılarımda görüşmek üzere..