17 Temmuz 2014 Perşembe

Kayıtlar

Hani dedim umutlarım? Yok dediler.
Kim bilmiyorum.
Kiminle konuşuyorum onu da bilmiyorum.
Sorarsam ayıp olur gibi sanki.

Kendi iç sesini tanımayan tek adamım, kayıtlara geçebilir mi lütfen?

E diyorum benim hayallerim falan, hedeflerim vardı mesela, hani onlar?

Artık yoklar diyor bir ses. Kesin, net, sinirli de biraz.

Kendi iç sesini sinirlendiren tek adam benim, kayıtlara geçsin.

Hevesim, ondan da mı kalmadı biraz? diyorum.

Deve muamelesi yapıyorum kendime.

Salak diyor aynı ses. Daha bir boşverci gibi.

Kendi iç sesinin sikine takmadığı tek adamım, kayıtlara geçsin bu da.

Küfür mü etti o bana?

O dediğim de benim ha. Yani galiba, dedim ya, tanımıyorum. Benim tanıdığım ben böyle konuşmam.

Salak mıyım acaba? İnsan kendine yalan söyleyemez ya sonuçta?

Neyim kaldı ki lan o zaman diyorum. Demiyorum bağırıyorum alenen. Kendimi kendime duyuramayan bir adamım, bu da aynen kayıtlara...

Silah çekiyor bana adi ben. Salak olabilirim ama korkak değilim. İnsan kendinden korkmamalı zaten.

Kendisi tarafından öldürülen tek adamım, kayıtlara geç... Neyse boşver...

30 Haziran 2014 Pazartesi

Fısıltı

"-Alo Henry?
+...
-Henry...
+...
-Sana ne oldu bilmiyorum, ama endişelenmeye başlıyorum.
+...
-Amcan John seni sokakta görmüş ve sen ona selam bile vermemişsin. Sana iş buldu, biliyorsun.
+...
-Henry..."

Gidenler, yani hayatında önem verdiğin insanlar, aniden gittiklerinde yalnız kaldım sanıyorsun ya.

Öyle bir şey değil o.

Onların anılarıyla, hatıralarıyla beraber kalırsın, ki bu yalnız kalmandan çok daha kötü, inan. Her seferinde, onu hatırlatan her ufak şeyde tekrar başa sarıyor gibi olur.

O da öyle değil.


Bir çocuktan bahsedeceğim sana bu gece.

Belki tanırsın, bu çocuk kibritin kokusunu sever, bu çocuk denize attığı maviyi de sever, kendi hatalarından ders almaz, notlar yazar; uymaz.

Çocuk çünkü. Kaç yaşında olursa olsun, önünde büyüyeceği günler oldukça çocuk. Öğreneceği şeyler oldukça cahil. Biraz korkak, çoğunlukla aptal.

Bu çocuk anılarıyla yaşar. Kaldı ki anılarla yaşamak keşke'lerle yaşamaktır. 'O an'da diyemediklerini kendine söylemektir. Temelinde cesaretsizliktir. Kendine kızmak ve üzülmekten ibarettir. Alışıncaya kadar. Alıştığında bir başka anı gelir ve tekrar edersin.

Koşmak gibi. Rutindir. Bu çocuk koşmayı sever. Koşarken düşünemez insan. Her seferinde hedefin önündekini geçmekse, düşünemezsin. Gökyüzünden kaçıyorsan düşünemezsin.

Hayatındaki insanlara ve önemli şeylere bağlıysan mesela. Bunlara kendi içinde isim veriyorsan bu çocuğu anlayabilirsin ancak. Bu risktir. Bir şeyleri sembolize etmek, birini bir şeyle anlatmak. Bunlar anılarının bir parçasıdır. Yani geri kalanlardır. Genelde gitmezler, orada dururlar ve sana gidenleri çağrıştırmaya devam ederler.

Beklenti. Bunlar apayrıdır aslında, ama beklenti doludur bu çocuk. Çocuklar anlamazlar. Bu çocuk neden sorusunu sorar sürekli. Neden'ler ve Keşke'ler üzer insanı. Beklentiler ise bunların öncesidir.

Hedeflerinden uzaktadır, ama her zaman hedeflerini görebilir bu çocuk. Gerçeklik kavramını kazanmamış daha, yıldızlarla dost olamazsın dememiş kimse ona. Kitaptaki, oyundaki karakterlerle konuşulmaz dememiş. Cidden, kimse konuşmamış mı bu çocukla?

Görüyor, büyüyor, üzülüyor. Bazen gülüyor. Bazen yalnız, aç, mutsuz. Dedim ya, cahil bu çocuk. Öğreniyor hala.

Je suis là!

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Çift Ayakkabı

Uzunca bir yol, Güneş'in korkak vakitleri.

Fırsatçı bulutlar, onlardan kaçmaya çalışan bir çocuk. Koşarak. Bilmez çoğu kişi, koşarak kaçılabilir gökyüzünden. Düşmemek olur bir yerden sonra tek amacın çünkü. Yolun sonu fark etmez, sürekliliktir gereken. Bir amaç belirlersen hızlanırsın sadece, erkenden ulaşmak istersin ona.

Çocuğun bir amacı vardı. Bir hedefi vardı koşarken. Kaçtığı gökyüzünün kaçmamasını istiyordu alsında.

Güneş garip bir çocuktu. Ailesinin olmadığını hissettirmemişti bu zamana kadar kimseye, belli bir yaşına kadar sokakta büyümüştü. On iki yaşındaydı, hala büyümüş sayılmazdı. Bir şekilde sürdürüyordu yaşamını. En azından kendisinin düşündüğü şey buydu.

Bulutlar kalabalıklaştı. Sanki yeterince fazla değillermiş gibi.

Yavaşladı Güneş, havaya baktı. Başa çıkabilirdi belki.

İnsanlar adımlarını hızlandırmıştı. Kaçar gibi. Belki önlerinde koşan çocuktan cesaret almışlardı kim bilir?

Seyyar satıcılar havaya baktı. Savaş öncesi bir atmosfer vardı. Saklanıyordu herkes.

İlk mermi sattığı ayakkabıların üzerini örten bir amcayı vurdu. Yağmur damlası buruşuk yüzünde kendine ait bir yol yapmıştı. Adam yaşına rağmen acele etmeye çalıştı. Yanındaki ayakkabı silen çocuğa baktı. Dil bilmezdi o. Tozlu yüzü çizgi çizgi olmuştu. Hadi anlamında elini salladı adam. Saçağın altına doğru gittiler.

Güneş geçti yanlarından. Yaşlı adam arkasından baktı amacına koşan çocuğa.

Bir şeyler geçti aklından. Belki kendi gençliği. İnsan torununa bakınca kendi gençliğini görmeliydi ya. Her ne kadar terk etmek zorunda kalsa da.

Koştu Güneş, ayakları üstüne basamayıncaya kadar. Sırılsıklam olsa da, kendi sokağına ulaşmıştı. Eski bir depoya indi. Şemsiyeleri aldı bayrakların yanından. Burası onların sermayesi gibiydi. Şanslıydı. Kimse koşmamıştı şemsiyeler için. Bir tanesini açtı hemen içeride. Uğursuzluğa inanacak hali kalmamıştı. Geri kalanlardan taşıyabildiği kadarını kolunun altına alıp meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Koşamazdı.

Şemsiyeleri düşürürse almazdı kimse, koştuğuna değmeliydi. Belki akşama kadar bitirirdi hepsini. Eğer yağmur bitinceye kadar elinde şemsiye kalmazsa kendini şanslı sayıyordu. Öyle ki, bazen kendi için açtığı şemsiyeyi de satıyordu Güneş. Islansa da mutluydu. Adaşını sevmiyordu. O tepedeyken daha az koşabiliyor, daha çok terliyordu.

Koşmayı seviyordu Güneş, uzun yolu kendine parkur yapmıştı. Ayakkabıları eskiyordu her turda biraz biraz, her nedense ayakkabıcı yaşlı amca ona her eskidiğinde birer çift ayakkabı hediye ediyordu.

Güneş garip bir çocuktu.

Yaşlı amcanın kalp krizi geçirdiğini ilk o fark etmişti. Tıbbi bilgisi yoktu. Kendi yağmurunu yağdırmıştı adamın baş ucunda. Ayakkabı satan bir adamla çok ilgilenmezdi doktorlar, öyle de yaptılar. Geriye içi buruk çocuk ile bir çift ayakkabı bıraktıklarını bilmeden...

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kahraman

Mitolojiye göre bir kahraman üç aşamadan geçermiş hikaye boyunca.

Giriş kısmı her şeyin başladığı yer. Genellikle bir şahsın çağrısı. Fotoğraftı bendeki. Fotoğraf tetikledi beni. Hadi daha ne bekliyorsun niye erteliyorsun diye. Mitolojik biri değilim, amacım belli. Maviyi ait olduğu yere yollayacağım. Üşenemiyorsun kendi hikayenin kahramanıyken, öyle bir lüksün yok.

İkinci kısım en zoru: Erginlenme. Aksiyon kısmı. Olayın olduğu yer. Benim için deniz. Geçici kahramanım ben, öyle koruyucu ruhmuş bilmemneymiş, onlar da yok bende. Düşmanımla teyzem var destekçim. Yardıma açık bir şey değil. Kendi başıma başarmalıyım. Her kahraman biraz yalnızdır çünkü. Tüm o koruyucu ruhlar sadece hikaye sürecinde vardır. İyi ki kahraman değilim diyorum. İyi ki destekçilerim hep yanımda. Öbür türlü belki hikayenin bitmemesini isteyebilirdim.

Konuştum biraz, daha doğrusu baktım, herhalde anlamıştır az çok, sıktım biraz elimle, fırlattım sonra. Bir kaç saniye sonra mavi yerine dönmüştü. Garip bi duygu kapladı içimi. Tanımlayamıyorum. Ama bir şeyler yapabilmek iyi hissettiriyor insanı, tamamen çaresiz olmaktan daha iyi çünkü. Çaresizliği sevmiyorum.

Ve sonuç, geri dönüş, bir kahraman acele eder mi bilmem ama ben ettim. Beni bekleyen bir prenses yoktu, zaten ben de ejderha öldürmemiştim. Sadece bazen gitmek istersiniz bir yerden, terk etmek gelir ya içinizden, öyle işte.

Şimdi içinde taşla çoktan denizin dibindeki şey bana huzur veriyor garip şekilde. Ben hala bir kahraman değilim. Yani herkes ne kadar kahramansa o kadar kahramanım işte. Herkesin bir hikayesi var, herkes kendi hikayesinde şöyle ya da böyle bir role sahip. En azından hala kendi hikayesini yönetebiliyorken bir şeyler yapmalı insan. Az ya da çok, uzun sürse de, yorsa da.

Düşünmekten, pişman olmaktan iyidir.

Sana başarılar kahraman, benim hikayem bitti.

6 Mayıs 2014 Salı

Öğüt

Hayatında bir avuç insan varsa, ya da hayatın zaten onlarsa, dünyama hoş geldin.

Onlardan birinin senin yanından gitmesi demek, bir yanının gitmesi demekse mesela..


Bir şey söylediklerinde daha bir önemi varsa kelimelerin..


Her anı'nı, her an'ını onlarla paylaşıyorsan..


Kaybetmekten korkuyorsan onları..


Sadece görmen bile yetiyorsa gülümsemene..


Bir yere gittiğinde, bir şey yerken mesela, "yanımda olsaydı" diyorsan..


Bil ki yalnız değilsin..


Ancak bir gün bir şey olabilir, bir yanın gidebilir, anılarını almaz yanına, sende bırakır ki en acısı budur. Verilmiş sözler kalır geriye, belki bir iki küçük şey.

Bu durumda sana bir önerim olabilir ancak: Bağlanma. Kaptırma kendini çok. Beklentin olmasın. Kendine notlar yaz kısaca. Tekrar tekrar oku bunları. Herkes gidebilir ve herkes gider. Beraber gülerken dön yanına ve bak, gittiğini düşün. Olmasın o orada, sadece bir saniyeliğine belki. Biliyorum, en kötüsüne alıştırmaya çalışsan da kendini, üzüleceksin. Haksızlık etme boşuna, yok şöyleydi yok böyleydi de deme unutmak için, ne anlamı kalır ki o zaman paylaşılanların? Sahte olma, üzül gerekirse, özel anları hatırla, bir ton yazı yaz arkasından, eski anıların canlansın gözünde, değer verdiğin için pişman olma. Kalanlar sen sen olduğun için kalsın istiyorsan, gidenlerin arkasından da kendin olmayı bil.


Bir şekilde at içinden. Ya içinde onlarla yaşamayı öğreneceksin çünkü, ya da onlar diye bir şey olmayacak içinde. İlki daha zor. Ve işin en kötü yanı, bu dönemde yalnızsın. Kimseye anlatamazsın. Kendin bile zor kabul etmişken. Hem ne diyeceksin ki, nasıl anlatacaksın yani gideni.  'Çok''lu cümleler kurmaktan vazgeçmen gerek önce. Gideni anlatmak zor. Sendeki yerini anlatmak zor. Sormamışsın ki kendine. O işte. Bir sıfat gerekmez, bir sıfat yetmez bazen.


En kolay gün dündür hayatındaki, bunu bilerek yaşa. Anılarını unutma, asla. Ne kadar kötü olursa, ne kadar üzücü olursa olsun. Sen onlardan ders alıyorsan, bazen onlarla mutlu oluyorsan. 'Hatırlıyor musun hani' diye cümleler kurduklarında evet diyorsan sürekli, unutmuyorsan aslında.


Demiş miydim, dünyama hoş geldin.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Kendime Not

Beklentiler kötüdür.

Onlara bir üvey evlat gibi davranabilirsin, ya da en kötü davranacağın şey neyse onun gibi.

Bulabildiysen ne âlâ.

Ama bulamadıysan, sana bir kötü, bir de daha kötü haberim var.

Önce kötüyü söylüyorum: Üzüleceksin. Çok üzüleceksin hem de ve anlatabileceğin kimse olmayacak. Beklentilerini yok etmezsen mutsuz olursun sürekli, hiç hissedersin kendini, edeceksin de.

Daha da kötüsü: Bundan kurtuluşun yok, en ufak iyiliğin bile gereksiz olduğu, ters karşılandığı bu yerde, gereksiz iyi bir insansan, hatalarından ders de alamıyorsan üstüne üstlük, sürekli beklersin. Bu bir çok şey olabilir. Sevgi en zorudur. Para en acımasızı ve acınası. Değer vermek ise en acıtanı. Küçük bir günaydın bile beklentidir. Beklentilerin basit olabilir dostum. Basit şeyler de üzer.

Her beklenti bencildir. Az ya da çok bir şey ister insan ve "neden" sorusunu sormaktır tek yapabildiği. Cevabı bir çok şey olabilir ama amaç öğrenmek değildir.

Üzülmek istemiyorsan kendini üz. Acımasız ol. Umursamıyor, kabul et. İstemiyor. Sevmiyor. Tiksiniyor belki. Kaçıyor da olabilir, bırak kaçsın. Kendine doğruları söylemek başkasına yalan söylemekten daha zor olsa da yap bunu.

Heykelden para dilenen adam gibi. Alış. Merak etme, hiç bir şey alışılamaz değildir. Her yara acıtır ve hiç bir yara asla kapanmaz. Sadece zaman üstünü örter ve onunla yaşamayı öğretir sana...

17 Nisan 2014 Perşembe

Şans

Herkesin hayatında, yaşadığı rutini canlandıran bir şeyler vardır.
Belki bir oyuncak ayı.
Belki bir kolye.
Bir defter...

Ne zaman ki bu şey, biri olmuşsa, ne zaman ki anlamlıysa her şey onla.
Geri kalanın pek önemi yoktur, kalmaz.

Bu kişiyle tanışmamış olabilirsin,
Bu kişiyi tanıyor da olabilirsin,
Bu kişi seni üzmüş olabilir.
Veya böyle biri hiç olmayabilir.

"Ya buysa?" de kendine.
Şanslı olmak istiyorsan, hayata biraz da sen şans vermelisin.

İstiyorsan olur.
Bir gün kalktığında bir yanının sadece onun için attığını fark edersin.

Bu bir gün sonra olabilir.
Bu bir hafta sonra olabilir.
Bu bir ay sonra olabilir.
Veya bu zaman hiç gelmeyebilir.

Ama bazen öyle olur ki, hayatında hiç bir eksiğin yokken -ya da sen öyle sanıyorken- biriyle tanışırsın.

Kendine ait bir yer açar sende. Her kalp atışının birazı ona ait olur.

Ya giderse dememelisin, sarılmalısın işte ona, o an'a, o anda.

Ne demiş şair;
"Yarın yok ki..."

1 Nisan 2014 Salı

Kibrit

'Çat'

İlk kibrit yandı.

Kibritin kokusunu seviyordu sadece çocuk.

Birden yanması, sonra sönmesini de hemen. Kendi gibi.

İlk kibrit söndü.

Kokusunu unutmamak için yakıyordu her dakika bir tane. Her dakikada bir alev daha yanıyordu içinde. Sönüyordu biraz. Çocuk elinin yanmasından korkup kendi söndürüyordu biraz sonra kibriti.

Ve bir dakika sonra.

İnce bir 'çat' sesi, bir alev daha, bir yanan duygu daha içinde çocuğun, bir korku ve üfleyince sönen ateş.

12. Kibrit söndü.

Geride kalan keskin koku.

Her seferinde biraz daha keskin belki.

Kokunun süresini uzatmak için 2'li 3'lü yakıyordu çocuk. Biraz daha fazla parlıyordu, biraz daha çabuk sönüyordu alev sadece. Biraz daha fazla korkuyor çocuk, biraz daha zor söndürüyordu alevi.

35. Kibrit sönmedi. 35. Kibritle beraber yaktığı 36. ve 37. de.

Korktu çocuk. Alev parmağına yaklaşınca sıcaklığı hissetti.

Fırlattı 3 kibriti. Söndüremediği 3 kibriti.

Önce yere düştü kibrit. Halıya.

Belki 3 tane olmasa halının tutuşması daha uzun sürebilirdi.

Belki çocuk şoka girmemiş olsa bağırabilirdi.

Belki o kibritler havada sönebilirdi.

Uzun sürmedi tutuşma, çocuk bağıramadı, kibritler havada sönmedi.

Daha da yayıldı hatta, koltuğa, oradan perdeye.

Perdeler bunun içindi sanki. Alev daha kolay yayılsın diye.

Çocuk alevin kitaplığa ulaşmasını izledi.

Bir umut üflemek istedi.

Yanan sadece duyguları değildi artık. Bütün bir ev ortaktı onun duygularına.

Bazı sesler duyuyordu çocuk bütün o çıtırtıların arasından.

Çığlık gibi. Korku gibi. Korkunun duyulabildiğini fark etti.

Şoktan çıkınca yaptığı ilk şey elindeki kibritleri yere atmak oldu.

Alevin ulaştığı kibritler parladı yine hızlıca. Bu sefer sönmediler ama.

Çocuk bu kadar sıcağı sevmiyordu. O sadece kibritin kokusunu seviyordu.

Dayanamadı çocuk. Yere düştü. Kibritlerin yanına.

Her yer kibrit kokuyordu şimdi.

Belki ölmemiş olsa hatasından ders alabilirdi.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Avcı

Hala adımı soruyor beni tanımak isteyen insanlar.
Sanki bir fark yaratacakmış gibi.
Adım sadece bana aitmiş gibi.

Hala gülebiliyor mutlu olmak isteyen insanlar.
Sanki oyuncularmış gibi.
Hüzünlerini gizler gibi.

Hala yazabiliyor içini dökmek isteyen yazarlar.
Sanki kendi hayatlarını yazar gibi.
Okuyanın olması önemli değil gibi.

Hala bekliyor umut etmek isteyen insanlar.
Sanki tek dayanakları buymuş gibi.
Beklemekten mutluymuş gibi.

Hala seviyor bazı kör aşıklar.
Sanki nefes alır gibi.
Sevmezse ölürmüş gibi.

Hala duyuyor bazı kulaklar.
Sanki sesi hep yanındaymış gibi.
Bitmeyen bir melodiymiş gibi.

Hala ağlayabiliyor bazı gözler.
Sanki birikmiş gibi.
Yağmur yağarmış gibi.

Hala ölüyor bazı insanlar.
Sanki azrail eski dostu gibi.
Ölünce kurtulmuş gibi.

Hala hal hatır soruyor insanlar.
Sanki cevap umurlarındaymış gibi.
"İyiyim" koca bir yalan değilmiş gibi.

Ben mi?

Hala yürüyorum bu yolda.
Sanki yol hiç bitmeyecekmiş gibi.
Adımlarım geri geri gidiyor gibi.

Hala kendimi üzebiliyorum mesela.
Yeterince sebebim yokmuş gibi.

Hala sevebiliyorum mesela.
Her ne kadar aptalca olsa da.
Hala gülebiliyorum acılarıma.
Her ne kadar derin olsa da.

Mutluyum ama.

Bir düşmanım var mesela, dostumdan yakın.
Bir arkadaşım var mesela, beni benden iyi tanıyan.
Uzağımda biri var, aslında hep benimle.
Sen üzülme, ben iyiyim böyle.