26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Çift Ayakkabı

Uzunca bir yol, Güneş'in korkak vakitleri.

Fırsatçı bulutlar, onlardan kaçmaya çalışan bir çocuk. Koşarak. Bilmez çoğu kişi, koşarak kaçılabilir gökyüzünden. Düşmemek olur bir yerden sonra tek amacın çünkü. Yolun sonu fark etmez, sürekliliktir gereken. Bir amaç belirlersen hızlanırsın sadece, erkenden ulaşmak istersin ona.

Çocuğun bir amacı vardı. Bir hedefi vardı koşarken. Kaçtığı gökyüzünün kaçmamasını istiyordu alsında.

Güneş garip bir çocuktu. Ailesinin olmadığını hissettirmemişti bu zamana kadar kimseye, belli bir yaşına kadar sokakta büyümüştü. On iki yaşındaydı, hala büyümüş sayılmazdı. Bir şekilde sürdürüyordu yaşamını. En azından kendisinin düşündüğü şey buydu.

Bulutlar kalabalıklaştı. Sanki yeterince fazla değillermiş gibi.

Yavaşladı Güneş, havaya baktı. Başa çıkabilirdi belki.

İnsanlar adımlarını hızlandırmıştı. Kaçar gibi. Belki önlerinde koşan çocuktan cesaret almışlardı kim bilir?

Seyyar satıcılar havaya baktı. Savaş öncesi bir atmosfer vardı. Saklanıyordu herkes.

İlk mermi sattığı ayakkabıların üzerini örten bir amcayı vurdu. Yağmur damlası buruşuk yüzünde kendine ait bir yol yapmıştı. Adam yaşına rağmen acele etmeye çalıştı. Yanındaki ayakkabı silen çocuğa baktı. Dil bilmezdi o. Tozlu yüzü çizgi çizgi olmuştu. Hadi anlamında elini salladı adam. Saçağın altına doğru gittiler.

Güneş geçti yanlarından. Yaşlı adam arkasından baktı amacına koşan çocuğa.

Bir şeyler geçti aklından. Belki kendi gençliği. İnsan torununa bakınca kendi gençliğini görmeliydi ya. Her ne kadar terk etmek zorunda kalsa da.

Koştu Güneş, ayakları üstüne basamayıncaya kadar. Sırılsıklam olsa da, kendi sokağına ulaşmıştı. Eski bir depoya indi. Şemsiyeleri aldı bayrakların yanından. Burası onların sermayesi gibiydi. Şanslıydı. Kimse koşmamıştı şemsiyeler için. Bir tanesini açtı hemen içeride. Uğursuzluğa inanacak hali kalmamıştı. Geri kalanlardan taşıyabildiği kadarını kolunun altına alıp meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Koşamazdı.

Şemsiyeleri düşürürse almazdı kimse, koştuğuna değmeliydi. Belki akşama kadar bitirirdi hepsini. Eğer yağmur bitinceye kadar elinde şemsiye kalmazsa kendini şanslı sayıyordu. Öyle ki, bazen kendi için açtığı şemsiyeyi de satıyordu Güneş. Islansa da mutluydu. Adaşını sevmiyordu. O tepedeyken daha az koşabiliyor, daha çok terliyordu.

Koşmayı seviyordu Güneş, uzun yolu kendine parkur yapmıştı. Ayakkabıları eskiyordu her turda biraz biraz, her nedense ayakkabıcı yaşlı amca ona her eskidiğinde birer çift ayakkabı hediye ediyordu.

Güneş garip bir çocuktu.

Yaşlı amcanın kalp krizi geçirdiğini ilk o fark etmişti. Tıbbi bilgisi yoktu. Kendi yağmurunu yağdırmıştı adamın baş ucunda. Ayakkabı satan bir adamla çok ilgilenmezdi doktorlar, öyle de yaptılar. Geriye içi buruk çocuk ile bir çift ayakkabı bıraktıklarını bilmeden...

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kahraman

Mitolojiye göre bir kahraman üç aşamadan geçermiş hikaye boyunca.

Giriş kısmı her şeyin başladığı yer. Genellikle bir şahsın çağrısı. Fotoğraftı bendeki. Fotoğraf tetikledi beni. Hadi daha ne bekliyorsun niye erteliyorsun diye. Mitolojik biri değilim, amacım belli. Maviyi ait olduğu yere yollayacağım. Üşenemiyorsun kendi hikayenin kahramanıyken, öyle bir lüksün yok.

İkinci kısım en zoru: Erginlenme. Aksiyon kısmı. Olayın olduğu yer. Benim için deniz. Geçici kahramanım ben, öyle koruyucu ruhmuş bilmemneymiş, onlar da yok bende. Düşmanımla teyzem var destekçim. Yardıma açık bir şey değil. Kendi başıma başarmalıyım. Her kahraman biraz yalnızdır çünkü. Tüm o koruyucu ruhlar sadece hikaye sürecinde vardır. İyi ki kahraman değilim diyorum. İyi ki destekçilerim hep yanımda. Öbür türlü belki hikayenin bitmemesini isteyebilirdim.

Konuştum biraz, daha doğrusu baktım, herhalde anlamıştır az çok, sıktım biraz elimle, fırlattım sonra. Bir kaç saniye sonra mavi yerine dönmüştü. Garip bi duygu kapladı içimi. Tanımlayamıyorum. Ama bir şeyler yapabilmek iyi hissettiriyor insanı, tamamen çaresiz olmaktan daha iyi çünkü. Çaresizliği sevmiyorum.

Ve sonuç, geri dönüş, bir kahraman acele eder mi bilmem ama ben ettim. Beni bekleyen bir prenses yoktu, zaten ben de ejderha öldürmemiştim. Sadece bazen gitmek istersiniz bir yerden, terk etmek gelir ya içinizden, öyle işte.

Şimdi içinde taşla çoktan denizin dibindeki şey bana huzur veriyor garip şekilde. Ben hala bir kahraman değilim. Yani herkes ne kadar kahramansa o kadar kahramanım işte. Herkesin bir hikayesi var, herkes kendi hikayesinde şöyle ya da böyle bir role sahip. En azından hala kendi hikayesini yönetebiliyorken bir şeyler yapmalı insan. Az ya da çok, uzun sürse de, yorsa da.

Düşünmekten, pişman olmaktan iyidir.

Sana başarılar kahraman, benim hikayem bitti.

6 Mayıs 2014 Salı

Öğüt

Hayatında bir avuç insan varsa, ya da hayatın zaten onlarsa, dünyama hoş geldin.

Onlardan birinin senin yanından gitmesi demek, bir yanının gitmesi demekse mesela..


Bir şey söylediklerinde daha bir önemi varsa kelimelerin..


Her anı'nı, her an'ını onlarla paylaşıyorsan..


Kaybetmekten korkuyorsan onları..


Sadece görmen bile yetiyorsa gülümsemene..


Bir yere gittiğinde, bir şey yerken mesela, "yanımda olsaydı" diyorsan..


Bil ki yalnız değilsin..


Ancak bir gün bir şey olabilir, bir yanın gidebilir, anılarını almaz yanına, sende bırakır ki en acısı budur. Verilmiş sözler kalır geriye, belki bir iki küçük şey.

Bu durumda sana bir önerim olabilir ancak: Bağlanma. Kaptırma kendini çok. Beklentin olmasın. Kendine notlar yaz kısaca. Tekrar tekrar oku bunları. Herkes gidebilir ve herkes gider. Beraber gülerken dön yanına ve bak, gittiğini düşün. Olmasın o orada, sadece bir saniyeliğine belki. Biliyorum, en kötüsüne alıştırmaya çalışsan da kendini, üzüleceksin. Haksızlık etme boşuna, yok şöyleydi yok böyleydi de deme unutmak için, ne anlamı kalır ki o zaman paylaşılanların? Sahte olma, üzül gerekirse, özel anları hatırla, bir ton yazı yaz arkasından, eski anıların canlansın gözünde, değer verdiğin için pişman olma. Kalanlar sen sen olduğun için kalsın istiyorsan, gidenlerin arkasından da kendin olmayı bil.


Bir şekilde at içinden. Ya içinde onlarla yaşamayı öğreneceksin çünkü, ya da onlar diye bir şey olmayacak içinde. İlki daha zor. Ve işin en kötü yanı, bu dönemde yalnızsın. Kimseye anlatamazsın. Kendin bile zor kabul etmişken. Hem ne diyeceksin ki, nasıl anlatacaksın yani gideni.  'Çok''lu cümleler kurmaktan vazgeçmen gerek önce. Gideni anlatmak zor. Sendeki yerini anlatmak zor. Sormamışsın ki kendine. O işte. Bir sıfat gerekmez, bir sıfat yetmez bazen.


En kolay gün dündür hayatındaki, bunu bilerek yaşa. Anılarını unutma, asla. Ne kadar kötü olursa, ne kadar üzücü olursa olsun. Sen onlardan ders alıyorsan, bazen onlarla mutlu oluyorsan. 'Hatırlıyor musun hani' diye cümleler kurduklarında evet diyorsan sürekli, unutmuyorsan aslında.


Demiş miydim, dünyama hoş geldin.