19 Haziran 2016 Pazar

Sahil

Engin garip bir çocuktu. İş çıkışı oturduğum sahile gelir, kumda oturur kayıklara baka baka sohbet ederdik. Mahallesinde sevdiği kızı anlatırdı bana, tavsiye falan değil ama, işini bilen çocuktu Engin, kendi söyleyecekti kıza, yüz yüze, elinde güllerle.

Planı yaptığının akşamı mutlu ayrıldı yanımdan. Ertesi gün büyüktü. Engin için kızı gördüğü her gün büyüktü zaten. Pazar varmış ertesi gün, çıkışında elinde torbalarla evine giderken yolda yakalayıp söylerim demişti.

Geldi Engin ertesi gün, yüzünden düşen bin parça, parçalara basmaktan ayakları kan, kan kaybından vücudu bitkin. Ne oldu Engin dedim. Oturdu baktı bir süre kayığa, yıldızlara falan baktı sonra. "Seni seviyorum dedi abi" dedi. "İyi ya işte ne güzel" dedim. "Bana demedi ki ama" dedi. O parçalar benim de önüme gelmişti şimdi. Ne desem boş. Ben de uydum bu garibe, baktım kayığa durduk yere, cevap orada sandım ne bileyim. "Tahriğe girer mi abi" dedi. Parçalara basmak şart olmuştu "Bilmiyorum ki Engin" dedim. Girmezdi. Ama bilmiyordum.

Haberini aldım Engin'in bugün. Vurmuş kızı da oğlanı da. İçeride yatarken de hesabını kesmişler oğlanın tanıdıkları. Zengin miymiş neymiş. Bomboş kaldım, sahil de bomboş kaldı, sanki kayıklar onu özledi gibi. Engin garip çocuktur. Ölü haliyle gelse otursa yanıma "Beni vurdular be abi" dese hiç şaşırmam yemin ederim. Denize atmışlardır zaten, gömmezler Engin'i. Yine de bekliyorum şimdi. Denize bakıyorum. Cevap oradadır belki.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Kayıtlar

Hani dedim umutlarım? Yok dediler.
Kim bilmiyorum.
Kiminle konuşuyorum onu da bilmiyorum.
Sorarsam ayıp olur gibi sanki.

Kendi iç sesini tanımayan tek adamım, kayıtlara geçebilir mi lütfen?

E diyorum benim hayallerim falan, hedeflerim vardı mesela, hani onlar?

Artık yoklar diyor bir ses. Kesin, net, sinirli de biraz.

Kendi iç sesini sinirlendiren tek adam benim, kayıtlara geçsin.

Hevesim, ondan da mı kalmadı biraz? diyorum.

Deve muamelesi yapıyorum kendime.

Salak diyor aynı ses. Daha bir boşverci gibi.

Kendi iç sesinin sikine takmadığı tek adamım, kayıtlara geçsin bu da.

Küfür mü etti o bana?

O dediğim de benim ha. Yani galiba, dedim ya, tanımıyorum. Benim tanıdığım ben böyle konuşmam.

Salak mıyım acaba? İnsan kendine yalan söyleyemez ya sonuçta?

Neyim kaldı ki lan o zaman diyorum. Demiyorum bağırıyorum alenen. Kendimi kendime duyuramayan bir adamım, bu da aynen kayıtlara...

Silah çekiyor bana adi ben. Salak olabilirim ama korkak değilim. İnsan kendinden korkmamalı zaten.

Kendisi tarafından öldürülen tek adamım, kayıtlara geç... Neyse boşver...

30 Haziran 2014 Pazartesi

Fısıltı

"-Alo Henry?
+...
-Henry...
+...
-Sana ne oldu bilmiyorum, ama endişelenmeye başlıyorum.
+...
-Amcan John seni sokakta görmüş ve sen ona selam bile vermemişsin. Sana iş buldu, biliyorsun.
+...
-Henry..."

Gidenler, yani hayatında önem verdiğin insanlar, aniden gittiklerinde yalnız kaldım sanıyorsun ya.

Öyle bir şey değil o.

Onların anılarıyla, hatıralarıyla beraber kalırsın, ki bu yalnız kalmandan çok daha kötü, inan. Her seferinde, onu hatırlatan her ufak şeyde tekrar başa sarıyor gibi olur.

O da öyle değil.


Bir çocuktan bahsedeceğim sana bu gece.

Belki tanırsın, bu çocuk kibritin kokusunu sever, bu çocuk denize attığı maviyi de sever, kendi hatalarından ders almaz, notlar yazar; uymaz.

Çocuk çünkü. Kaç yaşında olursa olsun, önünde büyüyeceği günler oldukça çocuk. Öğreneceği şeyler oldukça cahil. Biraz korkak, çoğunlukla aptal.

Bu çocuk anılarıyla yaşar. Kaldı ki anılarla yaşamak keşke'lerle yaşamaktır. 'O an'da diyemediklerini kendine söylemektir. Temelinde cesaretsizliktir. Kendine kızmak ve üzülmekten ibarettir. Alışıncaya kadar. Alıştığında bir başka anı gelir ve tekrar edersin.

Koşmak gibi. Rutindir. Bu çocuk koşmayı sever. Koşarken düşünemez insan. Her seferinde hedefin önündekini geçmekse, düşünemezsin. Gökyüzünden kaçıyorsan düşünemezsin.

Hayatındaki insanlara ve önemli şeylere bağlıysan mesela. Bunlara kendi içinde isim veriyorsan bu çocuğu anlayabilirsin ancak. Bu risktir. Bir şeyleri sembolize etmek, birini bir şeyle anlatmak. Bunlar anılarının bir parçasıdır. Yani geri kalanlardır. Genelde gitmezler, orada dururlar ve sana gidenleri çağrıştırmaya devam ederler.

Beklenti. Bunlar apayrıdır aslında, ama beklenti doludur bu çocuk. Çocuklar anlamazlar. Bu çocuk neden sorusunu sorar sürekli. Neden'ler ve Keşke'ler üzer insanı. Beklentiler ise bunların öncesidir.

Hedeflerinden uzaktadır, ama her zaman hedeflerini görebilir bu çocuk. Gerçeklik kavramını kazanmamış daha, yıldızlarla dost olamazsın dememiş kimse ona. Kitaptaki, oyundaki karakterlerle konuşulmaz dememiş. Cidden, kimse konuşmamış mı bu çocukla?

Görüyor, büyüyor, üzülüyor. Bazen gülüyor. Bazen yalnız, aç, mutsuz. Dedim ya, cahil bu çocuk. Öğreniyor hala.

Je suis là!

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Çift Ayakkabı

Uzunca bir yol, Güneş'in korkak vakitleri.

Fırsatçı bulutlar, onlardan kaçmaya çalışan bir çocuk. Koşarak. Bilmez çoğu kişi, koşarak kaçılabilir gökyüzünden. Düşmemek olur bir yerden sonra tek amacın çünkü. Yolun sonu fark etmez, sürekliliktir gereken. Bir amaç belirlersen hızlanırsın sadece, erkenden ulaşmak istersin ona.

Çocuğun bir amacı vardı. Bir hedefi vardı koşarken. Kaçtığı gökyüzünün kaçmamasını istiyordu alsında.

Güneş garip bir çocuktu. Ailesinin olmadığını hissettirmemişti bu zamana kadar kimseye, belli bir yaşına kadar sokakta büyümüştü. On iki yaşındaydı, hala büyümüş sayılmazdı. Bir şekilde sürdürüyordu yaşamını. En azından kendisinin düşündüğü şey buydu.

Bulutlar kalabalıklaştı. Sanki yeterince fazla değillermiş gibi.

Yavaşladı Güneş, havaya baktı. Başa çıkabilirdi belki.

İnsanlar adımlarını hızlandırmıştı. Kaçar gibi. Belki önlerinde koşan çocuktan cesaret almışlardı kim bilir?

Seyyar satıcılar havaya baktı. Savaş öncesi bir atmosfer vardı. Saklanıyordu herkes.

İlk mermi sattığı ayakkabıların üzerini örten bir amcayı vurdu. Yağmur damlası buruşuk yüzünde kendine ait bir yol yapmıştı. Adam yaşına rağmen acele etmeye çalıştı. Yanındaki ayakkabı silen çocuğa baktı. Dil bilmezdi o. Tozlu yüzü çizgi çizgi olmuştu. Hadi anlamında elini salladı adam. Saçağın altına doğru gittiler.

Güneş geçti yanlarından. Yaşlı adam arkasından baktı amacına koşan çocuğa.

Bir şeyler geçti aklından. Belki kendi gençliği. İnsan torununa bakınca kendi gençliğini görmeliydi ya. Her ne kadar terk etmek zorunda kalsa da.

Koştu Güneş, ayakları üstüne basamayıncaya kadar. Sırılsıklam olsa da, kendi sokağına ulaşmıştı. Eski bir depoya indi. Şemsiyeleri aldı bayrakların yanından. Burası onların sermayesi gibiydi. Şanslıydı. Kimse koşmamıştı şemsiyeler için. Bir tanesini açtı hemen içeride. Uğursuzluğa inanacak hali kalmamıştı. Geri kalanlardan taşıyabildiği kadarını kolunun altına alıp meydana doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Koşamazdı.

Şemsiyeleri düşürürse almazdı kimse, koştuğuna değmeliydi. Belki akşama kadar bitirirdi hepsini. Eğer yağmur bitinceye kadar elinde şemsiye kalmazsa kendini şanslı sayıyordu. Öyle ki, bazen kendi için açtığı şemsiyeyi de satıyordu Güneş. Islansa da mutluydu. Adaşını sevmiyordu. O tepedeyken daha az koşabiliyor, daha çok terliyordu.

Koşmayı seviyordu Güneş, uzun yolu kendine parkur yapmıştı. Ayakkabıları eskiyordu her turda biraz biraz, her nedense ayakkabıcı yaşlı amca ona her eskidiğinde birer çift ayakkabı hediye ediyordu.

Güneş garip bir çocuktu.

Yaşlı amcanın kalp krizi geçirdiğini ilk o fark etmişti. Tıbbi bilgisi yoktu. Kendi yağmurunu yağdırmıştı adamın baş ucunda. Ayakkabı satan bir adamla çok ilgilenmezdi doktorlar, öyle de yaptılar. Geriye içi buruk çocuk ile bir çift ayakkabı bıraktıklarını bilmeden...

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Kahraman

Mitolojiye göre bir kahraman üç aşamadan geçermiş hikaye boyunca.

Giriş kısmı her şeyin başladığı yer. Genellikle bir şahsın çağrısı. Fotoğraftı bendeki. Fotoğraf tetikledi beni. Hadi daha ne bekliyorsun niye erteliyorsun diye. Mitolojik biri değilim, amacım belli. Maviyi ait olduğu yere yollayacağım. Üşenemiyorsun kendi hikayenin kahramanıyken, öyle bir lüksün yok.

İkinci kısım en zoru: Erginlenme. Aksiyon kısmı. Olayın olduğu yer. Benim için deniz. Geçici kahramanım ben, öyle koruyucu ruhmuş bilmemneymiş, onlar da yok bende. Düşmanımla teyzem var destekçim. Yardıma açık bir şey değil. Kendi başıma başarmalıyım. Her kahraman biraz yalnızdır çünkü. Tüm o koruyucu ruhlar sadece hikaye sürecinde vardır. İyi ki kahraman değilim diyorum. İyi ki destekçilerim hep yanımda. Öbür türlü belki hikayenin bitmemesini isteyebilirdim.

Konuştum biraz, daha doğrusu baktım, herhalde anlamıştır az çok, sıktım biraz elimle, fırlattım sonra. Bir kaç saniye sonra mavi yerine dönmüştü. Garip bi duygu kapladı içimi. Tanımlayamıyorum. Ama bir şeyler yapabilmek iyi hissettiriyor insanı, tamamen çaresiz olmaktan daha iyi çünkü. Çaresizliği sevmiyorum.

Ve sonuç, geri dönüş, bir kahraman acele eder mi bilmem ama ben ettim. Beni bekleyen bir prenses yoktu, zaten ben de ejderha öldürmemiştim. Sadece bazen gitmek istersiniz bir yerden, terk etmek gelir ya içinizden, öyle işte.

Şimdi içinde taşla çoktan denizin dibindeki şey bana huzur veriyor garip şekilde. Ben hala bir kahraman değilim. Yani herkes ne kadar kahramansa o kadar kahramanım işte. Herkesin bir hikayesi var, herkes kendi hikayesinde şöyle ya da böyle bir role sahip. En azından hala kendi hikayesini yönetebiliyorken bir şeyler yapmalı insan. Az ya da çok, uzun sürse de, yorsa da.

Düşünmekten, pişman olmaktan iyidir.

Sana başarılar kahraman, benim hikayem bitti.