Bir adam tanıyorum ben,
Kendini tanımayan..
O kadar yabancı ki kendine,
Farkında değil değerinin..
O kadar anlamsız ki hayat onun için,
Ölse umrunda olmayacak..
Bir adam tanıyorum ben,
Işığını bulamayan..
O kadar karanlık ki bu adam,
Gülmese yalandan, ağlayacak..
Bir bilse, aslında doğru yere baksa,
Aradığını bulacak..
Bir adam tanıyorum ben,
Kendi yarasına tuz basan..
O kadar dalgın ki bu adam,
Yaraları kendi açıyor, farkında değil..
Biri söylese belki ona,
Kalbindeki bıçağı alacak..
Bir adam tanıyorum ben,
Aşık olan..
O kadar aşık ki bu adam,
Engeller umrunda değil..
O kadar seviyor ki,
Unutması mümkün değil..
Bir adam tanıyorum ben,
O'nu arayan..
O kadar arayan ki,
Onun için hayatını hiçe sayan,
Bir adam tanıyorum ben,
Konuşmayan..
Sessizce dinleyen çevresini,
Cevap veren içinden,
Dinlediği müziği hisseden,
Denizle dertleşen..
Bir adam tanıyorum ben,
Güvenmiş birilerine..
O kadar güvenmiş ki,
Bitti demek zor gelmiş ona.
O kadar sevmiş ki aslında,
Sevgisinden, geri dönmemiş..
Bir adam tanıyorum ben,
Arkasına dönüp bakan..
Yokluğunu farkeden yanında,
Biraz sevginin, belki bir dinleyicinin,
En önemlisi,
Sevdiğinin..
Bir adam tanıyorum ben,
Ne istediğini bilmiyor artık..
Konuşmuyor eskisi kadar,
İçi ağlıyor bize gülerken,
Sarhoş gibi sanki kalbi..
Söyledim mi bilmiyorum,
Bir adam tanıyorum,
Sözlerinde daha ciddi..
Belki de farkında,
Uçurumun kenarında bile olsa,
Bir şeyler eksik hayatında..
15 Aralık 2012 Cumartesi
8 Ekim 2012 Pazartesi
İllüzyon
Nesneler üzerindeki anlamını bildiğin bir şeyin, hayatının büyük bölümünde olduğunu farketmezsin..
Ta ki oyunun sırrını keşfedinceye kadar..
Hadi boz oyunu, sen sihirbaz ol deseler..
Cesaret edemezsin..
Bilirsin..
O şapkanın içinden sadece belli kişilerin eli değerse tavşan çıkacağını..
Sadece illüzyonistin kral olduğunu bu dünyada..
Gözünün önünde kendini canlandırırsın siyah ceketin içinde..
Bazen küçük bir sihir iyi gider doğrusu. Sadece seni farkettirecek kadar, çok değil..
Keşke bazen yok edebilsen kendini. Görsen etrafındakilerin neler hissettiğini..
Bir kaç saniye nefesini tutsan mesela, derin bir nefesten sonra. Sorarlar mı acaba nerede olduğunu?
Yoksa nefesini tutunca kaybolurlar mı?
Ne olur ki ölsen bir süreliğine?
Geride bıraksan herşeyini, üzülür müsün onlar için?
Yeni bir hayat verseler sana, girer misin o dolaba?
Sadece minik bir tebessüm için katlanır mısın onca acıya?
Nefesini bırakmadın mı hala yoksa?
Hadi uyan sihirbaz..
Değiştireceğin çok hayat var sırada..
Ta ki oyunun sırrını keşfedinceye kadar..
Hadi boz oyunu, sen sihirbaz ol deseler..
Cesaret edemezsin..
Bilirsin..
O şapkanın içinden sadece belli kişilerin eli değerse tavşan çıkacağını..
Sadece illüzyonistin kral olduğunu bu dünyada..
Gözünün önünde kendini canlandırırsın siyah ceketin içinde..
Bazen küçük bir sihir iyi gider doğrusu. Sadece seni farkettirecek kadar, çok değil..
Keşke bazen yok edebilsen kendini. Görsen etrafındakilerin neler hissettiğini..
Bir kaç saniye nefesini tutsan mesela, derin bir nefesten sonra. Sorarlar mı acaba nerede olduğunu?
Yoksa nefesini tutunca kaybolurlar mı?
Ne olur ki ölsen bir süreliğine?
Geride bıraksan herşeyini, üzülür müsün onlar için?
Yeni bir hayat verseler sana, girer misin o dolaba?
Sadece minik bir tebessüm için katlanır mısın onca acıya?
Nefesini bırakmadın mı hala yoksa?
Hadi uyan sihirbaz..
Değiştireceğin çok hayat var sırada..
4 Eylül 2012 Salı
Yağmur
Kendine inat bir şeyler yaptın mı?
Tümüyle derdin içindeyken, veya sadece öyle olduğunu hissederken?
Gelmeyeceğini bildiğin bir gemiye el salladın mı mesela?
Kapı çaldığında bir umut belki odur diye kapıya koştun mu?
Daha bir kaç gün önce öldüğünü bildiğin birinin sana selam vermesini umdun mu?
Açık gökyüzünde yağmuru bekledin mi?
Ben yaptım..
Dertliyken güldüm kendime, neden dedim binlerce, sadece baktım çaresizce..
Seni aradım..
Melodilerine baktım, çözmeye çalıştım, renklerde boğulduğum sana bakarken..
Onu aradım..
Nereye bakacağımı bilmeden, içimde olduğunu hissetmeden..
Ağladım..
Bazen sessizce, bazen haykırarak, bazen de düşünerek anılarımı..
Ve yine yağmur sildi gözyaşlarımı..
Tümüyle derdin içindeyken, veya sadece öyle olduğunu hissederken?
Gelmeyeceğini bildiğin bir gemiye el salladın mı mesela?
Kapı çaldığında bir umut belki odur diye kapıya koştun mu?
Daha bir kaç gün önce öldüğünü bildiğin birinin sana selam vermesini umdun mu?
Açık gökyüzünde yağmuru bekledin mi?
Ben yaptım..
Dertliyken güldüm kendime, neden dedim binlerce, sadece baktım çaresizce..
Seni aradım..
Melodilerine baktım, çözmeye çalıştım, renklerde boğulduğum sana bakarken..
Onu aradım..
Nereye bakacağımı bilmeden, içimde olduğunu hissetmeden..
Ağladım..
Bazen sessizce, bazen haykırarak, bazen de düşünerek anılarımı..
Ve yine yağmur sildi gözyaşlarımı..
25 Ağustos 2012 Cumartesi
Asker
Yine buradayım işte..
Bir şeyler düşünüyorum..
Buralardayım, eğer iyi bakarsan..
Görebileceğin yerde duruyorum..
Olamayacağını bile bile..
Hayal ediyorum..
Ölemeyeceğimi bile bile..
Gözlerimi kapatıyorum..
Her gece ayık halde narkoz yiyorum..
Bir şeyler sökülüyor benden besbelli..
Şekli tanıdık geliyor..
Nefes alamıyorum..
Ve bir şeyler değişiyor..
Bu yırtık kum torbalarının arkasında..
Ne olursa olsun, hayatta..
Kendimle savaşan bir askerim aslında..
Ağır bir anıyım, bir yankı..
Bir çağrı belki, benden olanlara..
Siperde mermisi bitip,
Elindeki bıçağa bakanlara..
İnanmasan da sevgiyim ben aslında..
Bir annenin çocuğuna sarıldığı anım..
Biraz gurur biraz cesaret..
Biraz da sessizlikle harmanım..
Gözlerini görüp de hayatta kalanlardanım..
Belki önündeki perdelerden görmesen de..
İşte, yine, yeniden..
Buradayım..
Bir şeyler düşünüyorum..
Buralardayım, eğer iyi bakarsan..
Görebileceğin yerde duruyorum..
Olamayacağını bile bile..
Hayal ediyorum..
Ölemeyeceğimi bile bile..
Gözlerimi kapatıyorum..
Her gece ayık halde narkoz yiyorum..
Bir şeyler sökülüyor benden besbelli..
Şekli tanıdık geliyor..
Nefes alamıyorum..
Ve bir şeyler değişiyor..
Bu yırtık kum torbalarının arkasında..
Ne olursa olsun, hayatta..
Kendimle savaşan bir askerim aslında..
Ağır bir anıyım, bir yankı..
Bir çağrı belki, benden olanlara..
Siperde mermisi bitip,
Elindeki bıçağa bakanlara..
İnanmasan da sevgiyim ben aslında..
Bir annenin çocuğuna sarıldığı anım..
Biraz gurur biraz cesaret..
Biraz da sessizlikle harmanım..
Gözlerini görüp de hayatta kalanlardanım..
Belki önündeki perdelerden görmesen de..
İşte, yine, yeniden..
Buradayım..
10 Ağustos 2012 Cuma
Kolye
O sabah evden çıkarken planları arasında ölmek yoktu..
Aslında planları arasında pek bir şey de yoktu. O en işlek caddede arkadaşlarıyla buluşacaktı. Belki de sinemaya gidebilirlerdi veya tiyatroya, gerçi adam akıllı bir film veya oyun izlemeyeli bayağı olmuştu. Tekrar aynı duyguyu yaşamak güzel olacaktı..
İşte bu fikirler vardı aklında..
Ayağını sıkan topuklu ayakkabısının onu tökezlettiği çok olmuştu, bu seferki başkaydı sanki, bir daha kalkmamak üzere bir düşüş..
Elinde tuttuğu, nedensiz yere bağlandığı saçma kolye gibiydi hayatı, ince hislere ve duygulara sahipti, çabuk kopabiliyordu bu melodiler birbirinden, ve bunları düşünürken düşen kız duygularına düğüm atmayı bilmiyordu..
Bir doğum gününde yerdeki bir pakette bulmuştu kolyeyi, mor ve zarif. Etrafında konuşacak birileri kalmayınca kolyeyle konuşmuştu günlerce, belki de aylarca. Kendi içindekini çıkarmıştı bir şeyleri başarmak için yapması gerekenin bu olduğunu bilerek. Eski yaşamına geri dönmeyi bu kadar isterken birden her şeyin durmasını beklemiyordu. Sadece nabzı değil, etrafındaki her şeyin durduğunu görebiliyordu.
Gök gürülderken belki yine yağmur yağar diye aldığı şemsiyesini çantasından çıkarırken bir gölgenin onu öldürmesiydi. Gerçek, uzun zamandır hasret kaldığı insanlarla buluşmak isteyen kızın ara sokakların birinde uğradığı saldırıydı. Polis raporuna göre Cinayet, Adli Tıp raporuna göre ise kalbe saplanan bıçak ile yaşamsal faaliyetin durmasıydı. Görgü şahitlerine göre ise bir kızın kolyesi için verdiği savaştı. Ona göre ise bir arkadaşı için fedai olmasıydı. Mor kolyenin kırmızıya dönmesiydi bir gecede. Arkadaşlarına göre ise korkunç bir olaydı, ki daha kötüsü de olamazdı zaten..
Sadece biraz konuşmak isteyen birinin yüzünde kalan acı tebessümdü olan. Elinde hala tuttuğu kolyesi ile 18 taşlı bir arkadaşı olduğunu kanıtlayan birinin zaferiydi..
Bu kimse bilmese de, her gece olan bir şeydi..
Aslında planları arasında pek bir şey de yoktu. O en işlek caddede arkadaşlarıyla buluşacaktı. Belki de sinemaya gidebilirlerdi veya tiyatroya, gerçi adam akıllı bir film veya oyun izlemeyeli bayağı olmuştu. Tekrar aynı duyguyu yaşamak güzel olacaktı..
İşte bu fikirler vardı aklında..
Ayağını sıkan topuklu ayakkabısının onu tökezlettiği çok olmuştu, bu seferki başkaydı sanki, bir daha kalkmamak üzere bir düşüş..
Elinde tuttuğu, nedensiz yere bağlandığı saçma kolye gibiydi hayatı, ince hislere ve duygulara sahipti, çabuk kopabiliyordu bu melodiler birbirinden, ve bunları düşünürken düşen kız duygularına düğüm atmayı bilmiyordu..
Bir doğum gününde yerdeki bir pakette bulmuştu kolyeyi, mor ve zarif. Etrafında konuşacak birileri kalmayınca kolyeyle konuşmuştu günlerce, belki de aylarca. Kendi içindekini çıkarmıştı bir şeyleri başarmak için yapması gerekenin bu olduğunu bilerek. Eski yaşamına geri dönmeyi bu kadar isterken birden her şeyin durmasını beklemiyordu. Sadece nabzı değil, etrafındaki her şeyin durduğunu görebiliyordu.
Gök gürülderken belki yine yağmur yağar diye aldığı şemsiyesini çantasından çıkarırken bir gölgenin onu öldürmesiydi. Gerçek, uzun zamandır hasret kaldığı insanlarla buluşmak isteyen kızın ara sokakların birinde uğradığı saldırıydı. Polis raporuna göre Cinayet, Adli Tıp raporuna göre ise kalbe saplanan bıçak ile yaşamsal faaliyetin durmasıydı. Görgü şahitlerine göre ise bir kızın kolyesi için verdiği savaştı. Ona göre ise bir arkadaşı için fedai olmasıydı. Mor kolyenin kırmızıya dönmesiydi bir gecede. Arkadaşlarına göre ise korkunç bir olaydı, ki daha kötüsü de olamazdı zaten..
Sadece biraz konuşmak isteyen birinin yüzünde kalan acı tebessümdü olan. Elinde hala tuttuğu kolyesi ile 18 taşlı bir arkadaşı olduğunu kanıtlayan birinin zaferiydi..
Bu kimse bilmese de, her gece olan bir şeydi..
28 Temmuz 2012 Cumartesi
Temmuz
Bulanık görüyorum bu günlerde, sebebini bilmiyorum. Gözlerimin önündeki bu perdenin kaynağını bulamıyorum. Çok mu tecrübeliyim yoksa boş amaçlarım mı var, kendim miyim yoksa başka biri mi var..
İçimde..
Yine aynısı oldu ve belki daha kötü, bu Temmuz'u da kimse sevemedi, yine kimse hoşlanmadı bu sıcak güneşten, oysa bu güneşe sırtını çevirenler değil miydi soğukta üzerine kazak giyen? Yoksa onlar Şubat'ı da mı sevmediler zamanında?
Diğerlerinin aksine, Temmuz beni sevmedi be dostum. Uğraşlarıma, çabalarıma rağmen fazla soğuksun dedi bana..
Reddetti..
Kendi kendimi ısıtmaya çalıştım türlü kazaklarla, çoğu üzerime olmadı, ben soğuktum ve öyle kalmalıydım belki, mevsimlerden kurtulup ben olmalıydım..
O da çok yalnızdı be dostum..
Ve bilir misin? Ben yalnızlığı sevmem, gözlerimi kapattığımda hatırlayacak anılar isterim, ve bazı melodiler belki, iç dünyamda çaldığını hissettiğim..
Monoton sözleri hatırlamak isterim, onlarla konuşamamak, ama onların orada olduğunu, bir "selam" kadar uzakta olduğunu bilmek..
Gözlerini unutmak isterim, unutmak ve tekrar hatırlamak, tekrar tekrar yaşamak aynı heyecanı, en sevdiğin yemeği yerken kafanda oluşturduğun tat olmak isterim, ve sen o yemekten tattığındaki o anı yaşatmak..
Bir çoğunun aksine seni iyi hissettirmek, boş bir sıfatla yanında olmak, bu kim dediklerinde "O işte" demeni sağlamak..
O, hep yanında olan ama aslında senin de tanımadığın, konuştuğunda dinleyeceğini bildiğin halde konuşmadığın, üzülmesin diye teselli ettiğin, onsuz yapacağını bildiğin halde yapmak istemediğin..
Ya da bunları hiç düşünmediğin..
Temmuz, beni neden sevmedin..
İçimde..
Yine aynısı oldu ve belki daha kötü, bu Temmuz'u da kimse sevemedi, yine kimse hoşlanmadı bu sıcak güneşten, oysa bu güneşe sırtını çevirenler değil miydi soğukta üzerine kazak giyen? Yoksa onlar Şubat'ı da mı sevmediler zamanında?
Diğerlerinin aksine, Temmuz beni sevmedi be dostum. Uğraşlarıma, çabalarıma rağmen fazla soğuksun dedi bana..
Reddetti..
Kendi kendimi ısıtmaya çalıştım türlü kazaklarla, çoğu üzerime olmadı, ben soğuktum ve öyle kalmalıydım belki, mevsimlerden kurtulup ben olmalıydım..
O da çok yalnızdı be dostum..
Ve bilir misin? Ben yalnızlığı sevmem, gözlerimi kapattığımda hatırlayacak anılar isterim, ve bazı melodiler belki, iç dünyamda çaldığını hissettiğim..
Monoton sözleri hatırlamak isterim, onlarla konuşamamak, ama onların orada olduğunu, bir "selam" kadar uzakta olduğunu bilmek..
Gözlerini unutmak isterim, unutmak ve tekrar hatırlamak, tekrar tekrar yaşamak aynı heyecanı, en sevdiğin yemeği yerken kafanda oluşturduğun tat olmak isterim, ve sen o yemekten tattığındaki o anı yaşatmak..
Bir çoğunun aksine seni iyi hissettirmek, boş bir sıfatla yanında olmak, bu kim dediklerinde "O işte" demeni sağlamak..
O, hep yanında olan ama aslında senin de tanımadığın, konuştuğunda dinleyeceğini bildiğin halde konuşmadığın, üzülmesin diye teselli ettiğin, onsuz yapacağını bildiğin halde yapmak istemediğin..
Ya da bunları hiç düşünmediğin..
Temmuz, beni neden sevmedin..
22 Temmuz 2012 Pazar
Aynı
O an yaptığın şeyi daha önce yaptığını hissedersin ya hani, etrafındaki her şey aynı gelir, nefes alıp verişlerin yavaşlar sanki..
Dejavu'dur işte bu..
Ve inan, o kadar garip veya güzel bir şey değildir..
Özellikle de sevmediğin anılarını her gün yaşıyorsan..
Çocukken deja vu diye bir film izlemiştim, çocuk kafası işte, ne akla hizmet ettiysem. Zaten çocukluğumda hangi akla hizmet ettiğimi bilmeden çok şey yapmışım ya neyse, filmin bir kısmında adam geçmişteki arkadaşına mesaj yolluyordu, ama bu mesaj arkadaşının ölümüne sebep oluyordu. Filmin 10 dakikası felandı bu olay, ama beyin işte, geri kalanını değil, sadece bu kısmını hatırlarım. Adamın üzülmesi az çok hatırımdadır yine. O zamanlar bu tip olaylara çok kafa yormamıştım, gözlerimi bön bön açıp bakardım sadece yeni bir şey gördüğümde..
Filmin sonlarına doğru film başa sarıyor gibi oluyordu, aynı durumlar tekrar gerçekleşiyordu, çocuk halimle "Aaa" felan yapmıştım, sanki filmin başını aynen alıp kopyalamamışlar gibi şaşırmıştım bir de. Filmin geri kalanı başrolün kahraman olduğu normal amerikan filmleri gibiydi zaten..
Şimdi, merak ediyorum..
Geçmişte yaptığım seçimleri değiştirseydim ne yapardım, neleri değiştirirdim diye..
Soruyorum, aynı olur muydu ki yine hayatım?
Aynı olur muydu karşılaştığım insanlar?
Yine aynı olur muydum ki ben?
Yoksa ölür müydüm erkenden?
Belki uzakta bir gün de olsa..
Geleceğini bilmeden?
Dejavu'dur işte bu..
Ve inan, o kadar garip veya güzel bir şey değildir..
Özellikle de sevmediğin anılarını her gün yaşıyorsan..
Çocukken deja vu diye bir film izlemiştim, çocuk kafası işte, ne akla hizmet ettiysem. Zaten çocukluğumda hangi akla hizmet ettiğimi bilmeden çok şey yapmışım ya neyse, filmin bir kısmında adam geçmişteki arkadaşına mesaj yolluyordu, ama bu mesaj arkadaşının ölümüne sebep oluyordu. Filmin 10 dakikası felandı bu olay, ama beyin işte, geri kalanını değil, sadece bu kısmını hatırlarım. Adamın üzülmesi az çok hatırımdadır yine. O zamanlar bu tip olaylara çok kafa yormamıştım, gözlerimi bön bön açıp bakardım sadece yeni bir şey gördüğümde..
Filmin sonlarına doğru film başa sarıyor gibi oluyordu, aynı durumlar tekrar gerçekleşiyordu, çocuk halimle "Aaa" felan yapmıştım, sanki filmin başını aynen alıp kopyalamamışlar gibi şaşırmıştım bir de. Filmin geri kalanı başrolün kahraman olduğu normal amerikan filmleri gibiydi zaten..
Şimdi, merak ediyorum..
Geçmişte yaptığım seçimleri değiştirseydim ne yapardım, neleri değiştirirdim diye..
Soruyorum, aynı olur muydu ki yine hayatım?
Aynı olur muydu karşılaştığım insanlar?
Yine aynı olur muydum ki ben?
Yoksa ölür müydüm erkenden?
Belki uzakta bir gün de olsa..
Geleceğini bilmeden?
11 Temmuz 2012 Çarşamba
Ritim
Bazı şeyler bazı kişilerden duyunca daha önemlidir hani. Değer verdiğin içindir belki, ya da sadece öyle iyi hissettiğin için..
Bu sefer..
İyi hissedemedim..
"Biliyordu bütün o notalarda yeri olmadığını, bir şeyler kayıptı ve onu bulmadan bu çarkı döndüremezdi. Çok mu hızlıydı bu ritim? Ya da seri? Anlık?
Olamayacağı kadar anlık hem de..
Ve karanlık, aydınlatamayacağı kadar, tek kalp ile.."
Bütün o gökkuşağının arasından gerçeği görememekti belki de hatam. Duygusuz, ruhsuz harflerdi derdimi anlattıklarım, insanlar değil..
Notalar değil..
Sen. Değil..
Ama olmanı isterdim..
Gözyaşlarımı görecek kadar uzak kalmanı ama derdimi anlattığımda duyabilecek kadar yakınımda olmanı, yanına geldiğimde gözüme birşeyin kaçtığı yalanına inanmanı ve geçecek deyip teselli edecek kadar beni tanımanı..
Çok şey istiyorum değil mi?
O olamayacağımı biliyorum. Hepsi bu..
Tüm karamsarlığımın, mutsuzluğumun, yanlış umutlarımın ve yalanlarımın sebebi bu..
"Her gün sana bakanların aksine, ben seni sana bakmadan da görebiliyorum, nedenini bilmiyorum.."
Bu sefer..
İyi hissedemedim..
"Biliyordu bütün o notalarda yeri olmadığını, bir şeyler kayıptı ve onu bulmadan bu çarkı döndüremezdi. Çok mu hızlıydı bu ritim? Ya da seri? Anlık?
Olamayacağı kadar anlık hem de..
Ve karanlık, aydınlatamayacağı kadar, tek kalp ile.."
Bütün o gökkuşağının arasından gerçeği görememekti belki de hatam. Duygusuz, ruhsuz harflerdi derdimi anlattıklarım, insanlar değil..
Notalar değil..
Sen. Değil..
Ama olmanı isterdim..
Gözyaşlarımı görecek kadar uzak kalmanı ama derdimi anlattığımda duyabilecek kadar yakınımda olmanı, yanına geldiğimde gözüme birşeyin kaçtığı yalanına inanmanı ve geçecek deyip teselli edecek kadar beni tanımanı..
Çok şey istiyorum değil mi?
O olamayacağımı biliyorum. Hepsi bu..
Tüm karamsarlığımın, mutsuzluğumun, yanlış umutlarımın ve yalanlarımın sebebi bu..
"Her gün sana bakanların aksine, ben seni sana bakmadan da görebiliyorum, nedenini bilmiyorum.."
7 Temmuz 2012 Cumartesi
Suffit d'écouter. (II)
Belki hayatının yaşama amacıydı, anlık ritimler..
"O an... O an seni kalbimde hissettim, belki de hep oradaydın da ben yeni farkettim"
Gölgelerden sıkılmış mıydı? Onlarsız eksik miydi bir şeyler sanki? Seyirci gibi..
Belki ölümünü alkışlayacak bir seyirci, belki de sadece dinlemesi gereken biri..
"Partie de moi"
Gözlerindeki gökkuşağını kaldıran, güneşini kapatan, belki de onu yavaşlatan kişi bu ritimde..
İçindeki duygular zaten yeterince karanlık değil miydi, bu kahrolası yere nasıl gelmişti ki?
"Vous êtes dans le vide"
Yıldızları tutamadığın,
Gölgeleri tanıyamadığın,
Kendini bulamadığın..
Belki de en önemlisi,
Ritmi duyamadığın..
"Ne Me Quitte Pas"
Asla..
Beni bırakma..
Korkarım ben gölgelerin arasında..
Özellikle de tek başıma..
"O an... O an seni kalbimde hissettim, belki de hep oradaydın da ben yeni farkettim"
Gölgelerden sıkılmış mıydı? Onlarsız eksik miydi bir şeyler sanki? Seyirci gibi..
Belki ölümünü alkışlayacak bir seyirci, belki de sadece dinlemesi gereken biri..
"Partie de moi"
Gözlerindeki gökkuşağını kaldıran, güneşini kapatan, belki de onu yavaşlatan kişi bu ritimde..
İçindeki duygular zaten yeterince karanlık değil miydi, bu kahrolası yere nasıl gelmişti ki?
"Vous êtes dans le vide"
Yıldızları tutamadığın,
Gölgeleri tanıyamadığın,
Kendini bulamadığın..
Belki de en önemlisi,
Ritmi duyamadığın..
"Ne Me Quitte Pas"
Asla..
Beni bırakma..
Korkarım ben gölgelerin arasında..
Özellikle de tek başıma..
2 Temmuz 2012 Pazartesi
Psikolog (II)
"Lütfen devam et" dedi Sarı saçlı kız. Adam anlatırken bir yandan yeni romanındaki karakterlerden birine isim düşünüyordu. O da tıpkı karşısında oturan adam gibiydi. İçine kapanık, komplekslerini yenememiş, zayıf ve zavallı bir et parçası..
"Onu gördüğüm an, bir şeylerin değiştiği farkettim. Derinlerde bir şey, bilirsiniz... Kendi kendime söz vermiş olmasam aşık olduğumu bile söyleyebilirdim."
Güvensiz de aynı zamanda, yada sarsılan güvenini toparlayamayan biri..
"Onu güldürmek, bir zamanlar en büyük ihtiyacımdı sanki, görüşmemizin mümkün olamayacağı gerçeğinden kaçmak istiyordum. Zamanı boşa harcamamak, hep onun yanında olmak."
Psikologluk romanlarda işe yarıyordu doğrusu, adam anlatmaya devam ederken karakteri de şekilleniyordu aynı zamanda..
"Yanlız değildim, buna eminim. Hatta gerilerdeyim de. Ama bir görseniz gülüşünü, o kadar sevimli ki. Ve zeki de.."
Ne ilk, ne de sondu bu. Neden insanlar aşk sorunlarını kendilerini çözmüyorlardı ki sanki? Çözümler bir ekmek bıçağı uzaktayken hem de..
"Sırf onun için çalışıp durdum. Kendimle savaştım, olmaz diyen yanımı yendim.
Ama.. Olmadı.."
Bir şeyler değişikti bu adamda, ve bunu kurcalamak istiyordu içten içe, seansın bitişini bildiren zil çalarken dosyaya 'düzenli seans' notunu aldı. Tam o sırada dosyadaki şahıs bilgilerine gözü takıldı. Karakteri için ismi bulmuştu işte. Kafasıyla adama selam verdikten sonra odadan çıkışını izledi. Onu çok ama çok sık görecekti..
Sonuçta o, kendisinin yarattığı bir karakterdi..
"Onu gördüğüm an, bir şeylerin değiştiği farkettim. Derinlerde bir şey, bilirsiniz... Kendi kendime söz vermiş olmasam aşık olduğumu bile söyleyebilirdim."
Güvensiz de aynı zamanda, yada sarsılan güvenini toparlayamayan biri..
"Onu güldürmek, bir zamanlar en büyük ihtiyacımdı sanki, görüşmemizin mümkün olamayacağı gerçeğinden kaçmak istiyordum. Zamanı boşa harcamamak, hep onun yanında olmak."
Psikologluk romanlarda işe yarıyordu doğrusu, adam anlatmaya devam ederken karakteri de şekilleniyordu aynı zamanda..
"Yanlız değildim, buna eminim. Hatta gerilerdeyim de. Ama bir görseniz gülüşünü, o kadar sevimli ki. Ve zeki de.."
Ne ilk, ne de sondu bu. Neden insanlar aşk sorunlarını kendilerini çözmüyorlardı ki sanki? Çözümler bir ekmek bıçağı uzaktayken hem de..
"Sırf onun için çalışıp durdum. Kendimle savaştım, olmaz diyen yanımı yendim.
Ama.. Olmadı.."
Bir şeyler değişikti bu adamda, ve bunu kurcalamak istiyordu içten içe, seansın bitişini bildiren zil çalarken dosyaya 'düzenli seans' notunu aldı. Tam o sırada dosyadaki şahıs bilgilerine gözü takıldı. Karakteri için ismi bulmuştu işte. Kafasıyla adama selam verdikten sonra odadan çıkışını izledi. Onu çok ama çok sık görecekti..
Sonuçta o, kendisinin yarattığı bir karakterdi..
19 Haziran 2012 Salı
Eminov'dan.. (I)
Sevmek. Evet sevmek, aşık olmak nedir? Arkadaşlarım, çevremdeki bazı insanlara göre sevmek biraz hoşlandığın bir kıza çıkma teklifi etmek, bir kaç ay çıkmak, sonrada sıkıldım artık diyerek onu terk etmek. Zaten bu durumlarda karşı taraf da sıkılmış olur, hiç umursamaz. Ancak bazı saflar da var ki onlar gerçekten inanır ve karşısındakinin onuna ne kadar değer verdiğini anlamadan ona aşık olur ama sonunda acı çeken hep onlar olur. Bazen bu durumlardan tesadüfen büyük aşklar doğar, ona bir söz demiyorum ama ihtimal çok az. Tanıdıklarım var 6 ayda 4-5 kızla çıktı. Hayat mı bu peki? Hiç anlam veremiyorum nedense. Hayatında tek biri olmadıkça, güveneceğin, seveceğin, hayeller kuracağın ve uzun zaman -belkide hiçbir zaman- unutamayacağın biri olmadıkça ne anlamı var ki hayatın? İşte bu yüzden kızıyorum hep öyle insanlara. Geçenlerde birine soruyorum varmı sevdiyin biri diye cevabı "3-4 kız var beğendiğim, hangisine çıkma teklifi etsem acaba? ". Tam olarak hatırlamıyorum 3 sene bundan önceydi sordum kendime "Kenan, peki senin sevdiğin var mı diye?" Çok düşündüm ve birden aklıma o (o diyeceğim) geldi. "Yok ya saçmalama 7 yıllık sınıf arkadaşın o senin" diye kızdım kendime. Okulun kapanmasına 3 ay kalmıştı. Pek de muhabettim yoktu onla ama nedense gittikçe bağlanmaya başladım. Tatil geldi neyse unuturum gider dedim okul yeniden açıldı ve onu ilk gördüğüm an bu sefer bi başka oldum. 3 ay görmediğim birisiydi ama sanki yıllar önce bir defa gördüğüm ve ondan sonra hiç görmediğim ve hep düşündüğüm. 9 ay boyunca uzaktan izledim onu hep, utancımdan konuşamazdım, konu bulamazdım. Benimle konuştuğunda kendimi kaybederdim, konuşamazdım. Bitime 2 hafta kala bu sefer söyleyeceğim dedim ama söyleyemedim. Niye mi? İnanki kendim de cevabını bulamıyordum. Belkide gerçekten sevmesem, arkadaşlarım gibi takılmak istesem çoktan söylemiştim ki o da kabul etmişti. Kendimi övmüyorum ama reddedilicek biri değilimde ben, sosyal, başarılı ve tipimde yerimde. Kaç kız oldu benimle çıkmak isteyen, üstelik okulun en güzel kızları ama hiç birine yüz vermedim. Hep korktum söylersem ya hiç yüzüme bakmazsa. Belkide ileride yakınlaşırız zamanla anlar. 3 ay geçti yine. Ve herşey bu sene oldu, okul açıldı bu sefer özel derse başlamıştım üstelik onunla aynıydı tesadüfen. Tanıdığı tek kişi ben olduğum için bana yaklaştı hep. Aylar geçti, çok ama çok iyi iki arkadaş olduk. Sürekli konuşur, birbirimize yardım eder, birbirimizi anlardık. Ama sadece arkadaş !Okuldakiler şüphelenmişti bir şey varmı diye. Bir seferinde sınıftan sapık birisi onun ellerini tuttu. Sapıktı ama bizden biriydi kızla arası da kötü sayılmazdı. Elimi tutarmısın dedi kıza o da birşey diyemedi ve 2 saniyeliğine tuttu. Bizden biri olduğu için ve kimseye söylemediğim için hiç birşey diyemedim. Çok kızdım o an kendime. Sonra bir gün onunla konuşuyordum xx kötü çocuk ya onla fazla samimi olma dedim, ondan sonra onunla hiç konuşmadı. Tüm bunlar beni gaza getirdi. Mayıs ayının sonuydu. Artık söylemem gerekirdi ama bu sefer çok yakın arkadaştık, bu yüzden söylemek daha zor geldi. Çünki önümüzdeki 2 sene boyunca yüzüme bakmayabilirdi. O yüzden unutayım gitsin arkadaşlığımı da yavaş yavaş bitireyim dedim. Ama sordum kendime, ya evet derse ? İşte bu zaman karıştı kafam ve birden cesaretimi topladım söyledim, ama malesef iki kelime diyebildim. Ona karşı hissetiklerimin hepsini anlatamadım, hissettiklerim sadece 2 kelimeye sığacak kadar değildi. O kelimeleri dedikten sonra öyle bir heyecanlandım ki, hemen kaçtım oradan. Ama kızdan bunları duydum "Ne yaptın sen?". Kız o kadar üzülmüştü ki, inan nefret ettim kendimden. Keşke demeseydim diye suçladım kendimi. O kadar masum konuştu ki, o kadar üzüldü ki, o an neler neler hissettim kendim bile anlamadım. Günlerde geceler uyuyamadım hep o anı hatırladım ve onun nasıl üzüldüğünü. Çünkü benden, en iyi arkadaşından asla böyle bir şey beklemiyordu. 3 gün konuşmadık ve ders çıkışı senle konuşmalıyım dedim, kabul etti . Çok mu üzüldün diye sordum oda "Evet üzüldüm! Ya ben seni her zaman arkadaş olarak gördüm hiç öyle düşünmedim sen benim arkadaşımsın". "Hayır diyorsun yani" dedim "Senle arkadaşız olamaz öyle birşey" dedi. Bende tamam arkadaş kalalım dedim kabul etti ve o anı unutmasını rica ettim. Ama nedense hiç "Hayır!" kelimesini söylemedi. Belkide unutmıştur ama ben hala hatırlıyorum ve hiç aklımdan çıkmıyor. Hatırlıyorum dediğim günün sabahı ne kadar düşünüyordu okulda, arkadaşlarıyla falan konuşmuyordu ayrı dünyadaydı sanki. Ama sonraki günler eskisi gibi olduk. Sanki hiçbir şey olmamış gibi iyi arkadaştık yine ve ben hiçbir şey söylemedim. Sonra okul kapandı. 20 gün oldu onu görmeyeli. 1 kere okula çağırıldık sınav için, gelmemişti, sınav oldu ayrı okulla düşmüştük görüşemedik. Belkide bu bir şans unutmam için. Bazen düşünüyorum eskileri okulda ne kadar izlerdim onu gözlerinin içine bakardım ve bunu anlayınca o hemen yüzümü çeviridim korkardım. Söyleyemiyordum korkuyordum onu kaybetmekten. Peki söyledim noldu ? Hislerimi doğru dürüst bile ifade edemedim. Geceleri onu düşünürdüm hep. 2 ay sonra görücem yine onu ama artık hiçbir şey düşünmeyeceğim. Herşeyi zamana bırakıcam. Zaman en iyi ilaçtır. İnan bana en iyisi budur: "Zamana bırak". Onu gördüğümde yine kalp atışlarım hızlanacak, terleyeceğim, heyecanlanacağım. Başkaları çıkma teklifi etse yinede o var diye kabul etmeyeceğim. Ama eğer gerçekten hiçbir şey hissetmiyorsa, başkasıyla çıkırsa, bana hiç değer vermezse işte o zaman bende çıkacağım başkasıyla. Sevmesem bile, onu unutamasam bile çıkacağım başkasıyla. Ama yinede hep beklicem onu. Kalbimin bir parçası ona ait olacak, hep kalbimde yeri olacak. İşte sevmek budur!. Ama keşki bende arkadaşlarım gibi olsam, bende hiçkimseye bağlanmasam, hayatımı yaşasam, öyle ayda bir kız değiştirebilsem. Ama olamıyorum, kaderim buymuş, sevmek ve acı çekmek. Belkide ileride düzelir. Beni gerçekten seven birini severim bende yada o kabul eder.
-Kenan Eminov (Azerbaycan)
18 Haziran 2012 Pazartesi
Ufak bir keşif
Aşk, hayatın en basit kısımlarından biri..
Aşk, hayatın en keşfedilmesi zor yeri..
Aşk, bir insanı tanımak istemenin başlıca sebebi..
Aşık olduktan sonra mı tanırsın yoksa tanıdıktan sonra mı aşık olursun?
Tanımadığın gözlerin içinde mi boğulursun?
Sen bu değilsin. O da bunu hak etmezdi zaten..
Sana gereken sadece biraz zaman.. -Ya da buna zaten mecbursun-
Bu zamana kadar O'nu tanımışsan, hala bir sorun yoksa, belki de biraz keşfin zamanı gelmiş demektir..
Uzun bir aradan sonra tekrar Merhaba demenin, bakmanın, bakarken hayran kalmanın..
Buradayım işte,
Merhaba..
İşin yoksa, müsaitsen, bir mola verip,
Hayran kalır mısın bana?
Ufak bir keşif için benimle gelip,
Ortak olur musun yalnızlığıma?
Aşk, hayatın en keşfedilmesi zor yeri..
Aşk, bir insanı tanımak istemenin başlıca sebebi..
Aşık olduktan sonra mı tanırsın yoksa tanıdıktan sonra mı aşık olursun?
Tanımadığın gözlerin içinde mi boğulursun?
Sen bu değilsin. O da bunu hak etmezdi zaten..
Sana gereken sadece biraz zaman.. -Ya da buna zaten mecbursun-
Bu zamana kadar O'nu tanımışsan, hala bir sorun yoksa, belki de biraz keşfin zamanı gelmiş demektir..
Uzun bir aradan sonra tekrar Merhaba demenin, bakmanın, bakarken hayran kalmanın..
Buradayım işte,
Merhaba..
İşin yoksa, müsaitsen, bir mola verip,
Hayran kalır mısın bana?
Ufak bir keşif için benimle gelip,
Ortak olur musun yalnızlığıma?
17 Haziran 2012 Pazar
Psikolog.. (I)
Ufak bir bakış sonucu başladı hikaye, yeşil miydi gözleri yoksa sarı saçıyla uyumlu olduğu için öyle mi hissetmek istemişti? Nedense çok tanıdık gelmişti yüzü, kimin nesiydi bu?
Sesi çok değişikti, davetkar ve neşeli. Biraz kısık ama gayet ikna edici. Dış görünüşüyle değil, samimiyetiyle etkilemişti. Neden, nasıl etkilendiğini, sonuçları ve sebepleri bilmek istemiyordu. Sadece konuşmak istiyordu, sadece bir kaç paragraf dolusu cümle sarfetmek ona..
En son görüşmelerini hatırlıyordu. Güzel bir organizasyondu. Her ne kadar yalnız ve çekimser kalsa da..
Böyle olmasının sebepleri nelerdi? Onun güzelliği mi, yoksa kendisinin cesaretsizliği mi, kompleksleri mi, güvenemeyişi mi kendine? Etrafında bir çok arkadaşı varken korkaklığı yüzünden yalnız kalması mı, imkansızlık mı?
Bunu çözmek adına ne yapabilirdi ki?
Yazmaktan başka?
"-Evet. Şey… Bilmiyorum. Bazen yağmur, yıldızlar çıkmasına izin verecek kadar duruyordu. O zaman güzel oluyordu. Gölde günbatımının hemen öncesine benziyordu. Her zaman suda milyonlarca yakamoz olurdu. Tıpkı o dağ gölü gibiydi. Çok berraktı. Sanki üstüste iki gökyüzü varmış gibi oluyordu. Sonra çölde, güneş doğduğu zaman, göğün nerde bitip, karanın nerde başladığını kestiremezdim.
-Keşke orada seninle birlikte olabilseydim.
-Oradaydın"
Sesi çok değişikti, davetkar ve neşeli. Biraz kısık ama gayet ikna edici. Dış görünüşüyle değil, samimiyetiyle etkilemişti. Neden, nasıl etkilendiğini, sonuçları ve sebepleri bilmek istemiyordu. Sadece konuşmak istiyordu, sadece bir kaç paragraf dolusu cümle sarfetmek ona..
En son görüşmelerini hatırlıyordu. Güzel bir organizasyondu. Her ne kadar yalnız ve çekimser kalsa da..
Böyle olmasının sebepleri nelerdi? Onun güzelliği mi, yoksa kendisinin cesaretsizliği mi, kompleksleri mi, güvenemeyişi mi kendine? Etrafında bir çok arkadaşı varken korkaklığı yüzünden yalnız kalması mı, imkansızlık mı?
Bunu çözmek adına ne yapabilirdi ki?
Yazmaktan başka?
"-Evet. Şey… Bilmiyorum. Bazen yağmur, yıldızlar çıkmasına izin verecek kadar duruyordu. O zaman güzel oluyordu. Gölde günbatımının hemen öncesine benziyordu. Her zaman suda milyonlarca yakamoz olurdu. Tıpkı o dağ gölü gibiydi. Çok berraktı. Sanki üstüste iki gökyüzü varmış gibi oluyordu. Sonra çölde, güneş doğduğu zaman, göğün nerde bitip, karanın nerde başladığını kestiremezdim.
-Keşke orada seninle birlikte olabilseydim.
-Oradaydın"
16 Haziran 2012 Cumartesi
Suffit d'écouter. (I)
Güçlü olduğunu hissediyordu, verdiği kararlar ve amaçları uğruna yaptıkları ile. Bazı şeyleri sorguluyordu, bir cevap arıyordu yüreğin derinindekileri sorulara, O olmayı beceremiyordu konu kendisine gelince, ne istediğini bilmeden istiyordu sadece. Ne aradığını bilmeden bakıyordu bazen kalbinin derinine..
Derine inince acıyordu bir yerleri, nefesi sıklaşıyordu, çıkıyordu -belki de kaçıyordu- oradan, geçmişinden..
Çıkmaya çalışırken batıyordu, bu kötüydü işte, beynine mi hükmedemiyordu yoksa sadece korkudan mıydı bu bataklık?
Cesur olsa yok olur muydu ki kötü şeyler?
Samimi olsa güvenebilir miydi birine?
Gözlerini kapatarak kendini bırakabilir miydi onun kollarına? Bilmiyordu..
Onu ondan iyi bilecek, onu ona anlatacak birini mi arıyordu yoksa? Cevabı bir ayna kadar uzakken hem de..
Yoksa sadece aramak mı istiyordu?
Kendi derinliklerinde batarken taşın üstüne oturan gölge elini uzattı ona, samimi bir tavrı vardı. Tutmalı mıydı elini bu adsız gölgenin, yoksa boğulmayı mı seçmeliydi?
O bütün bunları düşünürken gölge ise sadece O'nun düşüncelerini dinlemeyi tercih etti..
Derine inince acıyordu bir yerleri, nefesi sıklaşıyordu, çıkıyordu -belki de kaçıyordu- oradan, geçmişinden..
Çıkmaya çalışırken batıyordu, bu kötüydü işte, beynine mi hükmedemiyordu yoksa sadece korkudan mıydı bu bataklık?
Cesur olsa yok olur muydu ki kötü şeyler?
Samimi olsa güvenebilir miydi birine?
Gözlerini kapatarak kendini bırakabilir miydi onun kollarına? Bilmiyordu..
Onu ondan iyi bilecek, onu ona anlatacak birini mi arıyordu yoksa? Cevabı bir ayna kadar uzakken hem de..
Yoksa sadece aramak mı istiyordu?
Kendi derinliklerinde batarken taşın üstüne oturan gölge elini uzattı ona, samimi bir tavrı vardı. Tutmalı mıydı elini bu adsız gölgenin, yoksa boğulmayı mı seçmeliydi?
O bütün bunları düşünürken gölge ise sadece O'nun düşüncelerini dinlemeyi tercih etti..
13 Haziran 2012 Çarşamba
Kukla
Bazı insanlar vardır ki senin onlar için pek önemin yoktur. Yeni Metin Belgesi'ne verilen önemle eşdeğersindir onların gözünde. İhtiyaçları ve kapasiten kadar önemlisindir. Özellikle de sen onlara önem veriyorsan acın daha da artar. Ömrümde cesaretsizliğim yüzünden çok fırsatı değerlendiremedim. Kaybetmekten korkarken kaybettim, ya da kazanmadığım oyunda ortadaki fişleri toplamaya kalktım..
Ve inanamazsın, bu hatayı birden fazla yaptım. Sigara gibi uyuşturucu gibi oldu bende, bir dahakine hayır dediğim halde buluyorum kendimi kalbime saplanan bir iğne ile..
Kavuşamazsan aşk, kavuşursan meşk olur demişler. Birine aşkım demek ise hala onu aradığını gösterir. Aşk anısı demek yitip giden anılar demek. Ki zaten kişiyle meşk halindeysen aşkı aramazsın. Anıları yalnızca o yokken düşünürsün.. Aşık olduğun insanın Nasılsın sorusuna bile cevap veremezken, açılmak ne zordur iyi bilirim. Sırf sevdiğimi güldürmek, onun yüzünde açan gamzeyi görmek için kendimi kendime rezil etmiş biriyim.. Aşkının yanında kalbin duruyorsa, mantıklı düşünemiyorsan, biraz da çirkinsen, bu döngüden kurtulamazsın. Kağıtlara da döksen, sahile de yazsan, görünce konuşamıyorsan, kendine güvenmiyorsan sadece arkasından bakarsın..
"And if I had told you that I loved you,
You'd maybe think there's something wrong"
Ve inanamazsın, bu hatayı birden fazla yaptım. Sigara gibi uyuşturucu gibi oldu bende, bir dahakine hayır dediğim halde buluyorum kendimi kalbime saplanan bir iğne ile..
Kavuşamazsan aşk, kavuşursan meşk olur demişler. Birine aşkım demek ise hala onu aradığını gösterir. Aşk anısı demek yitip giden anılar demek. Ki zaten kişiyle meşk halindeysen aşkı aramazsın. Anıları yalnızca o yokken düşünürsün.. Aşık olduğun insanın Nasılsın sorusuna bile cevap veremezken, açılmak ne zordur iyi bilirim. Sırf sevdiğimi güldürmek, onun yüzünde açan gamzeyi görmek için kendimi kendime rezil etmiş biriyim.. Aşkının yanında kalbin duruyorsa, mantıklı düşünemiyorsan, biraz da çirkinsen, bu döngüden kurtulamazsın. Kağıtlara da döksen, sahile de yazsan, görünce konuşamıyorsan, kendine güvenmiyorsan sadece arkasından bakarsın..
"And if I had told you that I loved you,
You'd maybe think there's something wrong"
9 Haziran 2012 Cumartesi
Falan Filan
Tam senin için olan birinin elinden gittiğini, belki de hiç elinde olmaması durumu nedir bilir misin?
Az çok tüm aşk acıları bunun üzerinedir: "Biz birbirimiz için yaratıldık"
Yani sen diyorsun ki: Ben Dünya'daki herkese baktım, en uygun sen varsın.
Dünyadaki herkesle tek tek konuşmadan, bir şeyler paylaşmadan, toplasan 200 kişilik çevrende sevdiğin birini kaybettin diye mi suratın asık senin? Bu nasıl bir lüks lan?
Nasıl bir lüks bu?!
Canım sıkıldı ne demek, benden sonrakiler seni çok mutlu edecek, buna eminsin yani?
Lanet olsun ne demek, "ben tüm kötü olayları yaşadım, bir bu eksikti, ayrıldım tam oldu" mudur?
İmkansızlıkların haricinde her şeyi denemeden lanet etmek nedir? Nankörlüktür.
Harçlık paranı sigaraya harcamandır. "Ben oldum ya" demektir.
Salaklıktır..
Salak olmak da, lanet etmeden yaşamayı bilmek de senin elinde. İmkanlarını kullanmak ya da onları bir yere atmak da öyle..
Az çok tüm aşk acıları bunun üzerinedir: "Biz birbirimiz için yaratıldık"
Yani sen diyorsun ki: Ben Dünya'daki herkese baktım, en uygun sen varsın.
Dünyadaki herkesle tek tek konuşmadan, bir şeyler paylaşmadan, toplasan 200 kişilik çevrende sevdiğin birini kaybettin diye mi suratın asık senin? Bu nasıl bir lüks lan?
Nasıl bir lüks bu?!
Canım sıkıldı ne demek, benden sonrakiler seni çok mutlu edecek, buna eminsin yani?
Lanet olsun ne demek, "ben tüm kötü olayları yaşadım, bir bu eksikti, ayrıldım tam oldu" mudur?
İmkansızlıkların haricinde her şeyi denemeden lanet etmek nedir? Nankörlüktür.
Harçlık paranı sigaraya harcamandır. "Ben oldum ya" demektir.
Salaklıktır..
Salak olmak da, lanet etmeden yaşamayı bilmek de senin elinde. İmkanlarını kullanmak ya da onları bir yere atmak da öyle..
Aşık
Aşık olmak iyidir, kafan dağılır, düşünecek bir şeyin olur. Gerçekleri, yalnızlığını ve belki hayatın anlamını bulursun, bulamazsan da ararsın en azından. Karşılık bulamazsan kötü yanlarını görmeye çalışırsın bu güzel hırsızın, göremezsin. Baktığın her yer kırmızıdır çünkü, gözünü o an için dünyanın en güzel şekli kapatmıştır. Sonraları farkedersin düştüğün komik halleri, yastığınla paylaşırsın düşüncelerini, kedi - köpekten tavsiye istersin. Miyav veya hav sesi cesaretlendirir seni, durduk yere gider aşkını itiraf edersin..
Karşılık bulursan aşkı geçer zaten, olur da karşılık bulamazsan üzülürsün işte. Pistir o an, kendini kötülersin, her şey daha tatsız olur bir süre. "Unutursun" der çevrendekiler, inanmak istemezsin. Grip olan birine sıkı giyin derler resmen, ellerinden bir şey gelmez, bilirsin. Dalar gidersin denize ve kuşlara bakarken, gözlerini kapatırsın kalbini dinlerken..
Sonra unutursun gerçekten, başka birine aşık oluncaya veya ölünceye kadar sürer gider bu döngü..
"Aşka uçma kanatların yanar. -Sadi Şirazi.
Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar? -Hz. Mevlana
Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar? -Yunus Emre."
Karşılık bulursan aşkı geçer zaten, olur da karşılık bulamazsan üzülürsün işte. Pistir o an, kendini kötülersin, her şey daha tatsız olur bir süre. "Unutursun" der çevrendekiler, inanmak istemezsin. Grip olan birine sıkı giyin derler resmen, ellerinden bir şey gelmez, bilirsin. Dalar gidersin denize ve kuşlara bakarken, gözlerini kapatırsın kalbini dinlerken..
Sonra unutursun gerçekten, başka birine aşık oluncaya veya ölünceye kadar sürer gider bu döngü..
"Aşka uçma kanatların yanar. -Sadi Şirazi.
Aşka uçmadıktan sonra kanatlar neye yarar? -Hz. Mevlana
Aşka vardıktan sonra kanadı kim arar? -Yunus Emre."
19 Nisan 2012 Perşembe
Lucianno & Tito
İtalyan yazar Lucianno düşünce suçlusuydu. 4m2 lik bir hücreye mahkum oldu hem de tam 17 sene için ! O kahrolası hücreye yerleştiği birinci gün her şey normaldi.
Aradan birkaç hafta geçti. Lucianno düşünmeye başladı; "burada 17 sene nasıl geçer."
Aradan aylar geçti. Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu zavallı hücresinde. Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyandı Lucianno. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp "acaba" dedi. "Acaba bu karıncayı yetiştirip kendime bir dost yapabilir miyim?". Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve bunu denemeye değerdi. Karıncayı yanı başında duran küçük sehpaya koydu. Karınca karıncalığını yapıp kaçmaya çalıştıysa da Luci bırakmadı onu. Etrafını çevirerek karıncanın kaçmasına engel oldu. Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı. Başarabilirse yalnızlığı sona erecekti. Karınca ile tam 3 sene uğraştı. Karşılıksız da olsa konuştu ve dertlerini anlattı ona. Bir de isim taktı karıncaya: Tito.
Bir sabah Tito'sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno.
Bu duyabileceği en muhteşem sesti. Büyük bir heyecanla yatağından dışarıya fırlayıp bağırmaya başladı: "Konuştun! Tito sen konuştun. Nihayet konuştun Günaydın günaydın binlerce günaydın dostum!"
Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Tito'nun varlığı yazarın en büyük sırrıydı. Kimse duymamalıydı. Gardiyan duymamalı, bu rüya bitmemeliydi. Bu büyük dostluk tam 17 sene sürdü. Hiç kimse bilmedi Tito'yu. Lucianno Tito'ya tüm bildiklerini öğretti. Konuşmayı okumayı yazmayı dans etmeyi şarkı söylemeyi fikir üretmeyi, bildiği herşeyi öğretti. Kah ağladılar kah güldüler.
Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı soğuk yüzlü gardiyan kapıyı araladı. Hazırlan yarın çıkıyorsun dedi. Gardiyan gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya döndü "Bitti Tito. Bitti büyük dostum. Yarın çıkıyoruz, özgürüz." dedi. Tito da ağladı. Yazar Tito'ya sordu: "Söyle dostum yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım?" Tito: "gidelim bir bara ve hayvan gibi içelim." Dedi. Gülüştüler. Sabaha kadar uyumadılar. Hayal kurup bu fare kapanından farksız lavabolu dikdörtgenin ilk defa tadını çıkarttılar. Bir anda sanki hücre genişlemiş gibiydi.
Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı. Kapıdan çıkarken son kez geri döndü ve ranzasına baktı İtalyan yazar. Sadece şu iki kelimeydi ağzından dökülen: "Vay bee."
Dışarı çıktılar. Tito Lucianno'nun omuzundaydı. Sabahın körüydü ve mevsim kıştı. Kar lapa lapa yağıyordu. Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve "özgürlük" diye bağırdı. Tito da bağırdı. Yağan kar umurlarında değildi. Yürüdüler, kara inat yürüdüler. Özgürlük sıcaklığına kar mı dayanır kış mı? .
Nihayet bir barın önüne geldiler. Tito sordu: "şimdi biz buraya girebilecek miyiz?" avazı çıktığı kadar "biz artık özgürüz" diye bağırdı Lucianno. İçeri girdiler. İçeride sızmış kalmış üç beş adamla kasanın başında uyuklayan barmenden başka kimse yoktu. Bir masaya oturdular.
Bir ara Lucianno'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti. Hapisten çıkarken yaptığı gibi yeniden mırıldandı "vay bee". Saçları bembeyaz olmuştu yüzü buruş buruştu. Yaşlanmıştı Lucianno. Tebessümüne aradan sızan birkaç damla gözyaşı karıştı. "barmen bize iki bira getir" diyebildi titrek bir sesle. Barmen yerinden fırlayıp biraları getirdi. Bir adamın iki bira istemesinin sebebini bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu. Bilmek de istemiyordu zaten. Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına geri döndü.
Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı. İçtiler. İçtikçe keyiflendiler. Bir ara Tito bardaktan fırlayıp masanın üzerinde dans etmeye başladı. Lucianno büyük bir gururla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi. Bir an durdu ve "Ne günlerdi be Tito" dedi. Dertleştiler ve biraz sonra Tito yine dans etmeye başladı.
Tito dans ediyor, Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam manzarayı izliyordu. Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı. İyi bir şey yapmanın belki de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak. Ama Lucianno bu keyfi 17 sene hiç yaşamadı.
Özgürlüğünün bu birinci gününde yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve onur verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı.
Etrafına baktı.
Barmenden başka kimse yoktu. "Barmen, barmen!" diye seslendi.
Barmen yarı uykulu Lucianno'nun masasına geldi. Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek büyük bir heyecanla "Barmen şuna bir baksana şuna bir bak." dedi.
Barmen sessizce parmağını Tito'nun üzerine götürdü.
"Çok affedersiniz beyefendi" diyerek karıncayı ezdi.
"Ve maalesef bazen senin 17 yıllık dostun başkaları için sadece bir karınca olabiliyor.."
Aradan birkaç hafta geçti. Lucianno düşünmeye başladı; "burada 17 sene nasıl geçer."
Aradan aylar geçti. Sanki her geçen gün biraz daha mahkum oluyordu zavallı hücresinde. Bir sabah bir karıncanın burnunu ısırmasıyla uyandı Lucianno. Onu büyük bir titizlikle parmağının ucuna alıp "acaba" dedi. "Acaba bu karıncayı yetiştirip kendime bir dost yapabilir miyim?". Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu ve bunu denemeye değerdi. Karıncayı yanı başında duran küçük sehpaya koydu. Karınca karıncalığını yapıp kaçmaya çalıştıysa da Luci bırakmadı onu. Etrafını çevirerek karıncanın kaçmasına engel oldu. Onunla konuşmaya ve onu eğitmeye kararlıydı. Başarabilirse yalnızlığı sona erecekti. Karınca ile tam 3 sene uğraştı. Karşılıksız da olsa konuştu ve dertlerini anlattı ona. Bir de isim taktı karıncaya: Tito.
Bir sabah Tito'sunun ona günaydın demesiyle uyandı Lucianno.
Bu duyabileceği en muhteşem sesti. Büyük bir heyecanla yatağından dışarıya fırlayıp bağırmaya başladı: "Konuştun! Tito sen konuştun. Nihayet konuştun Günaydın günaydın binlerce günaydın dostum!"
Artık bir dostu vardı Lucianno'nun ve bunu hiç kimse bilmiyordu. Tito'nun varlığı yazarın en büyük sırrıydı. Kimse duymamalıydı. Gardiyan duymamalı, bu rüya bitmemeliydi. Bu büyük dostluk tam 17 sene sürdü. Hiç kimse bilmedi Tito'yu. Lucianno Tito'ya tüm bildiklerini öğretti. Konuşmayı okumayı yazmayı dans etmeyi şarkı söylemeyi fikir üretmeyi, bildiği herşeyi öğretti. Kah ağladılar kah güldüler.
Aradan tam 17 yıl geçti ve bir gün asık suratlı soğuk yüzlü gardiyan kapıyı araladı. Hazırlan yarın çıkıyorsun dedi. Gardiyan gittikten sonra Lucianno ağlayarak karıncaya döndü "Bitti Tito. Bitti büyük dostum. Yarın çıkıyoruz, özgürüz." dedi. Tito da ağladı. Yazar Tito'ya sordu: "Söyle dostum yarın çıkar çıkmaz ilk ne yapalım?" Tito: "gidelim bir bara ve hayvan gibi içelim." Dedi. Gülüştüler. Sabaha kadar uyumadılar. Hayal kurup bu fare kapanından farksız lavabolu dikdörtgenin ilk defa tadını çıkarttılar. Bir anda sanki hücre genişlemiş gibiydi.
Sabahın ilk ışıklarıyla son kez açıldı demir kapı. Kapıdan çıkarken son kez geri döndü ve ranzasına baktı İtalyan yazar. Sadece şu iki kelimeydi ağzından dökülen: "Vay bee."
Dışarı çıktılar. Tito Lucianno'nun omuzundaydı. Sabahın körüydü ve mevsim kıştı. Kar lapa lapa yağıyordu. Lucianno bavulunu havaya fırlattı ve "özgürlük" diye bağırdı. Tito da bağırdı. Yağan kar umurlarında değildi. Yürüdüler, kara inat yürüdüler. Özgürlük sıcaklığına kar mı dayanır kış mı? .
Nihayet bir barın önüne geldiler. Tito sordu: "şimdi biz buraya girebilecek miyiz?" avazı çıktığı kadar "biz artık özgürüz" diye bağırdı Lucianno. İçeri girdiler. İçeride sızmış kalmış üç beş adamla kasanın başında uyuklayan barmenden başka kimse yoktu. Bir masaya oturdular.
Bir ara Lucianno'nun gözü masanın yanındaki aynaya ilişti. Hapisten çıkarken yaptığı gibi yeniden mırıldandı "vay bee". Saçları bembeyaz olmuştu yüzü buruş buruştu. Yaşlanmıştı Lucianno. Tebessümüne aradan sızan birkaç damla gözyaşı karıştı. "barmen bize iki bira getir" diyebildi titrek bir sesle. Barmen yerinden fırlayıp biraları getirdi. Bir adamın iki bira istemesinin sebebini bilmiyordu. Bilmesi de gerekmiyordu. Bilmek de istemiyordu zaten. Biraları bıraktı ve kuş tüyü kasasına geri döndü.
Lucianno omzundaki dostunu bardağın içine attı. İçtiler. İçtikçe keyiflendiler. Bir ara Tito bardaktan fırlayıp masanın üzerinde dans etmeye başladı. Lucianno büyük bir gururla kendi yetiştirdiği dostunun dansını izledi. Bir an durdu ve "Ne günlerdi be Tito" dedi. Dertleştiler ve biraz sonra Tito yine dans etmeye başladı.
Tito dans ediyor, Lucianno korkunç bir keyifle bu muazzam manzarayı izliyordu. Bunu mutlaka birilerine anlatmalıydı. İyi bir şey yapmanın belki de en keyifli yanıydı onu biriyle paylaşmak. Ama Lucianno bu keyfi 17 sene hiç yaşamadı.
Özgürlüğünün bu birinci gününde yıllarca gizli tuttuğu bu büyük ve onur verici sırrı birileriyle paylaşmalıydı.
Etrafına baktı.
Barmenden başka kimse yoktu. "Barmen, barmen!" diye seslendi.
Barmen yarı uykulu Lucianno'nun masasına geldi. Lucianno dans eden Tito'yu işaret ederek büyük bir heyecanla "Barmen şuna bir baksana şuna bir bak." dedi.
Barmen sessizce parmağını Tito'nun üzerine götürdü.
"Çok affedersiniz beyefendi" diyerek karıncayı ezdi.
"Ve maalesef bazen senin 17 yıllık dostun başkaları için sadece bir karınca olabiliyor.."
6 Nisan 2012 Cuma
Birine özel
Ölüm.. Değer verdiğin kişinin gözyaşlarınıza tabutun içinden yanıt vermesidir, hayatın her anında hazırlanamayacağın tek şeydir belki de, keşke diye düşünmendir: "Keşke o son fotoğrafa katılsaydım."
Ölüm haberini alınca 20-25 kişi koştuk metrolara, nereye gittiğimizin pek bir önemi yoktu. "O"nun yanında olmalıydık. Duraklar geçmek bilmedi o gün. Ağır ağır ilerledi demir yığını, istese saatte bilmem kaç Km yapabiliyorken. Gerisi ise biraz özel, pek anlatmak istemiyorum, "o" ise daha iyi şimdi, en azından öyle görünüyor.. (hiç belli etmezdi zaten)
Bu yazıyı okuyorsan da yanında olduğumuzu bil isterim dostum. Ne zaman istersen..
"Helvanın tadı daha bir acı gelir o gün, yenen yemek tatsızdır. Pilavda değil, hayat çorbasında bir tuz eksiktir.."
Ölüm haberini alınca 20-25 kişi koştuk metrolara, nereye gittiğimizin pek bir önemi yoktu. "O"nun yanında olmalıydık. Duraklar geçmek bilmedi o gün. Ağır ağır ilerledi demir yığını, istese saatte bilmem kaç Km yapabiliyorken. Gerisi ise biraz özel, pek anlatmak istemiyorum, "o" ise daha iyi şimdi, en azından öyle görünüyor.. (hiç belli etmezdi zaten)
Bu yazıyı okuyorsan da yanında olduğumuzu bil isterim dostum. Ne zaman istersen..
"Helvanın tadı daha bir acı gelir o gün, yenen yemek tatsızdır. Pilavda değil, hayat çorbasında bir tuz eksiktir.."
3 Nisan 2012 Salı
Merhaba!
Evet okuyucu ben dostum.. :)
Blog dünyasına hoş mu geldim, biraz heves için mi oldu bilmiyorum, ileride buna karar veririm sanırım. Beni çok çok yüksek ihtimalle tanımıyorsunuz, o zaman bir sonraki paragrafta kendimden bahsedeyim ben.. (hadi ya?)
Forumlarda kurucuların ilk mesajlarını merak ederdim hep, belki ileride biri de benim ilk mesajımı merak eder, buyursun o zaman;Yaşım önemsiz diyebilirim, zaten önemli olduğu alanlarda insanları şaşırtmayı başardım..
Müzik zevkim fena değildir hani, programcılıkla aram var. İngilizce konusunda iyiyim ki, programcılıktan sonra yaptığım en yararlı yatırım..
Blog'un açılış tarihi ile ilk yazı arasında uzunca bir ara varsa bunun sebebi yanıp sönen imleci sağa doğru götürecek tuşlara basamamamdır. İlk yazı heyecanı desek? :)
Yazılarım genelde uzun oluyor. İnsanımızın en büyük sorunu da sabırsızlık olduğuna göre bu yazının olduğu pencerenin erken kapanmasını istemem..
Tekrardan merhabalar, gelecek yazılarımda görüşmek üzere..
Blog dünyasına hoş mu geldim, biraz heves için mi oldu bilmiyorum, ileride buna karar veririm sanırım. Beni çok çok yüksek ihtimalle tanımıyorsunuz, o zaman bir sonraki paragrafta kendimden bahsedeyim ben.. (hadi ya?)
Forumlarda kurucuların ilk mesajlarını merak ederdim hep, belki ileride biri de benim ilk mesajımı merak eder, buyursun o zaman;Yaşım önemsiz diyebilirim, zaten önemli olduğu alanlarda insanları şaşırtmayı başardım..
Müzik zevkim fena değildir hani, programcılıkla aram var. İngilizce konusunda iyiyim ki, programcılıktan sonra yaptığım en yararlı yatırım..
Blog'un açılış tarihi ile ilk yazı arasında uzunca bir ara varsa bunun sebebi yanıp sönen imleci sağa doğru götürecek tuşlara basamamamdır. İlk yazı heyecanı desek? :)
Yazılarım genelde uzun oluyor. İnsanımızın en büyük sorunu da sabırsızlık olduğuna göre bu yazının olduğu pencerenin erken kapanmasını istemem..
Tekrardan merhabalar, gelecek yazılarımda görüşmek üzere..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)